Pages

31 Aralık 2011 Cumartesi

elveda 2011

klişe bir başlık oldu. ben bu yazıyı yazarken tarih 31.12.2011, saat 22:02
sadece 1 saat 58 dakika sonra yep yeni bir yıla girmiş olacağız peki geçmiş yıl benden neler aldı yeni yıldan neler bekliyorum.
sorunun bir cevabı yok. 2011'in benden bir yaş daha aldığı kesin, hatta şimdiden 2012 ise bir yaş daha yaşlandırdı.
2011 acılar, hüzünler, kavgalar verdi. sevinçler verdimi belki nadir. aşk olmadı filiz şimdi bana gene kızacaksın dediğini duyar gibiyim pozitif düşün pozitif olsun,
aşkın bu saatten sonra hayatımda olacağıda yok zaten.
bir boşvermişliğin içinde bir yıl geçirdim. heyecanlarım oldu ama beklentilerim karşılandımı hayır.
2012 de de arayışlarım içinde bulunduğum boşluğu doldurma çabalarım devam edecek. becerebilecekmiyim bilmiyorum.
bazen çocuklara özeniyorum dertsiz tasasız yüzlerinde kocaman bir gülümseme olan o hallerini keşke o halime dönüp kendimi bu dünyayı kurtaracak süper kahraman gibi hissettiğim o zamanlara dönebilsem. çünkü o zamanla hayatı dopdolu büyük bir keyifle yaşıyordum.
insanlara faydası olan, aranılan, sevilen biri olmak istiyorum. tüm kötü şeyleri hayatımdan çıkarmak, yaşadığım her saniyeden keyif almak istiyorum. güneşin her doğuşunda süperman gibi güçle dolmak istiyorum.
saat 22:12 sadece 1 saat 48 dakika kaldı.
şimdi bu gece için batıl bir inanca sarıldım. saat 12 ye kadar ayakta ve dimdik duracağım, saatler tam 12'yi vururken dileklerimi sıralayacağım ve buna inanacağım, biliyorum sadece batıla inanmak farkındayım. ama insan kendini alamıyor bu konudan çünkü çocukluğumuzdan beri böyle inandırıldım.
her seferinde abartıyorum. hazırlıklara erken saatlerde başladım. yeni yıla kirli girmemek adına duşumu aldım. bütün sene neler yapmak istediğime karar verdim.
sanırım en çok aşık olmak istiyorum. hem olumsuzluğu hem olumluluğu taşıyorum bu konuda, keyifli ve kaliteli zamanlar geçirmek istiyorum. aşık olmanın haricinde çok güzel resimler çekmek, sonra bahçeyi kapatarak bir sera oluşturup tekrar orkide yetiştirmek istiyorum. sanırım toprak ve en çok çiçekler bana iyi geliyor....
bunlar dilekler bakalım 2012 bana bu dilekleri verebilecekmi?
hepinize iyi yıllar

29 Aralık 2011 Perşembe

SESSİZ

dün ilk defa duydum, hayır herkes normalde tabii ki duymuştur ama böyle kullanıldığını ilk defa duydum. ayşe arman'ın dün ki yazısında okudum bir hanımefendi yazmış, sessizin hikayesini...

sessiz anne karnında ya da doğum esnasında ölen bebeklere verilen isimmiş ölüm belgesine isim hanesine sessiz yazarlarmış sonrada ailenin soyadını yazarlarmış...

başta insana itici geliyor ya böyle bir şey için söylenirmi diye hani insanın bebeği ölmüş diyorsun bu nasıl bir saçmalık ama sonra düşününce isim hanesinde ölü bebek, ölü cenin, ölü yazmasındansa sessiz yazması muhteşem geliyor.

naif, güzel ama en çokta anlamlı, çünkü onun hiç sesi olmamış, hiç ağlamamış ya da hiç haykırmamış, hiç gözlerini açmamış, belki de hiç nefes almamış o yüzden SESSİZ, bir bebeği tanımlamak için harika bir kelime....

okurken gülümsedim kimse yalnış anlamasın o insanların acısına değil, bir ismin bu kadar anlamlı olabilmesine, bu kadar güzel ve gerçek olabilmesine.

allah kimseye sessizler vermesin, ama verdiysede orada ölü bebek, ölü cenin, yada ölü yazması yerine sessiz denmesini tercih ederim.

tüm sessizlere allah rahmet eylesin. zaten melektiler, tamamen melek olarak kaldılar....

28 Aralık 2011 Çarşamba

aşk

aşk neden fimlerde gördüğümüz, kitaplarda okuduğumuz, şarkılarda dinlediğimiz gibi değil. neden leyla ile mecnunun ki gibi ulaşılmaz,,,
neden sonsuza dek sürmüyor...
neden insan aşkını şıpadanak unutuyor.....
neden uğruna çöllere düşülüp, dağlar delinmiyor...
neden sensiz yaşayamam deyemiyoruz....
neden o bizim toprağımız, suyumuz, güneşimiz olamıyor...
neden gözlerine baktığımızda sadece o gözler dünyamız, kalbinin çarptığında duyduğumuz o ses hayatımızdaki en güzel melodi, nefesi,kokusu,tadı dünyanın en büyük hazzıymış gibi gelmiyor.
çünkü aşk hani o efsane aşk gerçekten efsane tıpkı bu dünyanın yalan olması gibi.
aşk efsanemi, bu üç harf o kadar kolay, o kadar fazla telefuz ediliyor ki görseniz her çift birbirine delice tutkun, ama gerçek aşk uğruna dağlar delinen, çöller aşılan, tac mahal gibi abideler yaptıran, göz yaşları döktüren, bir ömür boyu asla unutulmayan gerçek aşk o nerede?
fimlerin sahnelerinde, romanların yapraklarının arasında kaldı.
biliyorum o dünya bulunduğumuz dünyadan daha yalan hatta sahte, olmayan bir dünya ama gerçek aşk oralarda anlatılır oldu artık.... hal böyle oluncada bizler evde kalmış kız kuruları olarak ah lar, vah lar dökerek fimleri izleyerek yada kitapları okuyarak ağzımız sulanarak gözlerimizin önüne sunulan aşklara kaptırdık kendimizi....
şimdi düşünüyorum da aslında yalnış bir şey yapmıyorum. farkettim ki çocukluğumuzdan bu yana okunan her kitapta, çizgi filmler de, normal filmlerde hep yakışıklı prensler vardı. pamuk prenses, kül kedisi, sindrella bunlar hep çocukluk hatıraları ama hep yakışıklı prensleri olan hatıralar, şimdide kitaplarda ve filmlerde aynı şeyler var. yakışıklı prensler, lordlar, zengin iş adamları, mahallenin harbi delikanlısı ama genede beyaz atlı prensler.....
her gün gördüğünüz adına aşk denen o yapaylığımı yoksa, efsane olan kitaplarda yazılan filmlerde gördüğünüz o aşkımı tercih edersiniz.
ben ikincisini tercih ederim.uğruna ölümün bile göze alınacağı, bir ömür boyu aynı duygular ile yaşayacağın, aynı tutkuyu, aynı hazzı paylaşacağın o aşkı.... bir çoğumuzda bunu tercih ediyordur eminim. çünkü bu yüzden filmleri, romanları, şiirleri, resimleri, müzikleri seviyoruz. çünkü içinde saf aşkı buluyoruz.

25 Aralık 2011 Pazar

sonunda aldım

uzun zamandır istediğim profesyonel fotoğraf makinesini sonunda aldım.
satürn sağolsun indirim yapmış, canon eos 500 d, makine ile verilen merceklere ilaveten verilen iki mercekler beraber 1900 tl ye üstelik 10 takside aldım. zaten alacaktım ama şu anda ki hesaba göre en az 500 tl kar'dayım, kendimi biraz sıkıştırdım ama olsun...
mekinama bir an önce alışayım sonra arkası gelecek bu seneye muhteşem fotoğraflar ile başlamak istiyorum....

22 Aralık 2011 Perşembe

afm fitaş

beyoğlunda dışı zaman zaman süslenen kocaman bir binadır afm fitaş. uzun zamandır gitmemiştim. geçenlerde twilight saga'nın sonra filmi breaking dawn'ı izlemek için orayı seçtim çünkü beyoğlunda iki tur atıcak sonra sinemaya gidip vakit öldürecektim.
ben genelde istinye park afm'ye giderim bileniniz bilir. orası afm'nin merkezi olmasındanmıdır. böyle hem çok güzel dekore edilmiş, hem bulunduğu ortamdanmıdır bilmem süslenmiş püslenmiş bir alandır. tahta masalar, pofuduk koltuklar, masalarda orkideler hoş bir mekan....
arada evime yakın olduğu için mecburiyetten ki bu mecburiyet arabanın başkasında olmasında dolayı oluyor, forum istanbul'ada gidiyorum. ama orası görsel olarak bana aynı zevki vermiyor. afm istinyedeki o dekoru buraya yansıtmamış. hani istinyeye elit bir grup gidiyor o yüzden yapmış oradaki dekoru ama genede daha iyi, sıcak bir görüntü verebilirdi. ben forumdaki afm'yi bile beğenmezken afm fitaş beni gerçekten tamamen hayal kırıklığına uğrattı.
dekor yok bir kaç masa bir kaç afiş küçücük bekleme salonları insan istinyeyi gördükten sonra belirli bir kalite bekliyor ama nerdeeeee. üstelik koltuklar kırıktı bunun bile farkına koltuğa oturacak arkadaşlar gelince vardılar. elemanlarında bile dinamiklik kalmamış. velakin beğenmedim. beyoğlu fitaşı umarım bir an önce el atarlar oraya.....

16 Aralık 2011 Cuma

e book

beni bilen bilir ben kitap okurken onu elime alıp dokunmayı, koklamayı hissetmeyi severim. hatta her zaman orjinal kitaplar alırım. karaborsa olanlara yaklaşmam bile....
ama bu aralar bir olaydan dolayı e-book dünyasına dalış yaptım. açık konuşayım almak istediğim ama bütçem yetmediği için alamadığım bir çok kitap var orada ve bir kaçını indirip okudum bile lakin gerçek kitapların zevkini vermiyor. bilgisayar ekranından okumak yavan geliyor.
ben bir kitabı defalarca okumaya alışık biriyim. ya da aklıma takılan bir konuyu hemen kitabımdan bulmayı sever, lakin e-book öylemi bilgisayarı açacan, dosyayı bulacan açacan oooooo dünyanın vakti.
ama diğer taraftan bedava, istedin kadar indirebiliyorsun kotan yettiği sürece ama gerçek değil....

15 Aralık 2011 Perşembe

andrej pesij gibi erkek olup kadın fiziği olan bir şahsiyete göğüsleri olmadığı halde sütyen tanıttıran şahsiyetleri kutluyorum.
akabindede aklıma şöyle bir soru geldi. memlekette gerçek göğüslü kadınlar kalmadı mı?
ya da gerçek göğüslü kadınlar ne yapsın artık?

6 Aralık 2011 Salı

tehlikeli ilişkiler

julia london daha önce okumadığım bir yazardı. dün markete alışveriş için gittiğimde inanılmaz bir fiyata inmiş kitabı sırf vakit öldürmek adına aldım ama gerçekten çok güzeldi.

Romantik ve duygu dolu romanların yazarı Julia London dört kitaplık serinin intikam ve şehvet dolu ilk kitabını bizlere sunuyor. 1834 İngiltere’sinde süregelen olaylar trajik bir düello sonrası Kont Adrian Spence’in çok sevdiği ve her zaman mutlu etmeye çalıştığı sert mizaçlı babası tarafından reddedilmesiyle başlıyor.
Bundan sonra büyük bir çıkmaza düşen Adrian, babasının gözbebeği kardeşi Benedict’in sevdiği kıza kur yaparak onu baştan çıkarıp evleniyor. İntikam için yaptığı bu seçim karısı ile birlikte kaderleriyle baş başa bırakıyor. Fakat asıl sorun tutku dolu ilişkide Adrian’ın içe kapanık olması ve karısı Lilliana’ya bir yabancı gibi davranmasından kaynaklanıyor. Sonunda bu birliktelik adeta fırtınalı bir denize dönüşüyor. Lilliana, Adrian’ı evine bağlamanın tek yolunun, kimseye söyleyemediği, en gizli sırlarının kilidini açıp, onun sevgiye karşı sımsıkı kapadığı kalbini keşfetmekte ararken; Benedict, çiftin arasına girebilmek için elinden geleni yapıyor.
Okurlar, inatçı çiftlerin birbirleriyle girdiği bu mücadelenin sonucunu görmek için sabırsızlanabilir, fakat Londra’nın yarattığı duygu dolu ve yoğun atmosferi hikâyeyi gizemli kılmaya yetiyor ve yazarın büyüleyici tasvirleri sizi görkemli aristokratik hayatın tam ortasına bırakıyor.

alışılmışın aksine oldukça dandik bir kitap kapağına sahip olmasına rağmen sakın aldanmayın hikaye gerçekten çok güzel ben okurken büyük bir merak ile elimden bırakamadım kitabı ve iki gün içinde bitirdim.
sizede tavsiye ederim.

5 Aralık 2011 Pazartesi

3 kitap

hani geçen hafta size üç yeni kitap aldığımdan bahsetmiştim. ve benim merak konusunda doymak bilmeyem bünyem sayesinde üçünüde bir haftada okuyup bitirdim.
resimlerini koyarak tek tek tanıtmak isterdim ama üşengeç bir bünyeye sahibim o yüzden kitapların tanıtım yazılarını ve kendi düşüncelerimi koyacağım yazıma....

ilk okuduğum kitap teresa medeiros'tan bazıları ateşli sever
Bazıları tehlikeli sever...Ailesinin onurunu korumaya karar veren İskoç güzel Catriona Kincaid, yurduna dönebilmek için görgü kurallarını ve kendi güvenliğini hiçe sayarak, hem uslanmaz bir hovarda hem de kötü şöhretli bir soylu olan Simon Wescott'un yardımına başvurur. Üstüne üstlük Simon hapistedir.Catriona, Simon'ın kendisine yardım etmesi karşılığında ona hem para hem de özgürlük vadeder ancak arsız çapkının çok daha ihtiraslı bir ödül istemeye cüret edebileceği aklına dahi gelmemiştir.Bazıları cazibeli sever...Simon ise yıllar önce karşılaştığı oğlansı kız çocuğunun, dikbaşlı ve son derece çekici bir kadın haline geldiğini görünce hayrete düşer. Kimsenin kahramanı olmayacağına dair ettiği yemine rağmen Catriona'nın şövalyesi olmaya karşı koyamaz. Kuzey İskoçya binbir çeşit tehlike ve macera ile onları beklemektedir fakat gerçek tehlikenin, son derece güçlü bir tutkunun pençesine düşen kalplerini tehdit etmekte olduğunu anlayabilecekler midir?
kendi kişisel görüşüme göre tam bir fiyasko bu kitap. teresa medeiros'u tamamen iskoçya tutkumdan şans eseri keşfetmiştim. ilk kitabı güllerin fısıltısı muhteşem bir romandı. gerek kahramanlar, gerek hikaye, gerek mekanlar kısaca anlatım olarak harikaydı. ama bu kitap çocukken tanışmış iki insanın hikayesini anlatıyor. kız zamanla adamı öyle bir kafaya takıyor kendi içinde öyle bir kahraman yaratıyorki ama aslında adam düşündüğü gibi biri değil. ama aşk nelere kadir deyip en sonunda adamı kendine aşık ediyor ve adam beklediği kahraman oluyor. oldukça sade bir anlatıma sahip, olaylar, sözler, mekan anlatımı hep bekledim okurken bir yerde kopup güzelleşecek diye ama yok bana bir türlü güllerin fısıltısındaki o tadı vermedi. hayal kırıklığı oldu.

ikinci kitap monica mccarty'nin kız zincirlerini
Lachlan Maclean, klanını korumak için her şeyi göze almıştır. İskoçya’nın en inatçı kızını, onu evliliğe ikna etmek gibi gizli bir emelle kaçırması gerekse bile. Vahşi arzulara sahip, emirler yağdırmaya alışkın bir lider olan Lachlan, güzel Flora’nın alevler püskürmesine hiç hazır değildir. Flora onun klanını kurtarma planını sekteye uğratacak ve sert, yontulmuş görüntüsünün altındaki yumuşak kişiliğini ortaya çıkararak, belki de felaketine neden olacaktır. Highland’daki en büyük evlilik ödülü olan Flora ne pahasına olursa olsun siyasi bir anlaşma gereği feda edilen annesinin kaderini yaşamamaya kararlıdır. Kendisini esir alan kişiye gaddarlığının bedelini ödeteceğine dair yemin eder ve tehlikeli bir tutkuyla onu cesurca bir irade savaşının içine sürükler. Geçmiş bir trajedinin ağır ağır kaybolmakta olan laneti ise henüz söze bile dökülmemiş aşklarının önünde büyük bir engel oluşturacaktır.
süper ötesiydi. yazarın ilk kitabı asiyi resmen dibim düşerek okumuştum. ikinci kitabı maskesiz'de fena değildi ama kız zincirlerini süper bir kitap. iskoçyanın muhteşem mekanlarında geçmesinin yanısıra ki geçen her mekanın fotoğraflarını yazarın sitesinde bulabilirsiniz. kahramanları, mekanlar, olaylar, her şey kelimenin tam anlamı ile mükemmeldi. bir efsane ile başlayan hikaye bir adamın klanını kurtarmak adına bir kadını kendisine aşık edip evlenme çabasını en ince detayına kadar anlatırken. diğer yandan iki aile arasında olan savaşıda gözler önüne seriyor. kahramanımız olan adam klanı ve ailesi için yaşarken kızımız bir anda bütün hayatını alt üst ediyor. başta sadece amacı çıkarları doğrultusunda kadınla evlenmek iken sonunda kadına aşık oluyor ve onun için ölümü bile göze alıyor. harika bir romandı. elimden bırakmadan sonuna kadar sabırsızlık ile okudum. harika iskoçya tasvirleride cabası...

üçüncü kitabımız marta canham'dan gurur
Her şey bir bahisle başlamıştı; gözde subaydan gelecek evlilik teklifiyle, cesaretini sınadığı gönül macerasını süslemek istiyordu. Şımarık ve narin Catherine Ashbrooke, mest edici gece mavisi gözlere sahip yakışıklı yabancının hiç beklemediği bir anda çıkıp planını suya düşüreceğini ve onu kendi tehlikeli oyununun içine çekeceğini nereden bilebilirdi?Alexander Cameron güzel ve asil bir İngiliz kızını düelloda kazanmış olabilirdi ama uzun zamandır geri plana ittiği arzularının onu kaderiyle buluşmaktan alıkoyacağının da farkındaydı. Gelinini gönülsüz de olsa Highland topraklarına götürmekten başka çaresi yoktu. Bu topraklar ki aynı zamanda eski bir düşmanlığın ve fırtınalı bir isyanın hüküm sürdüğü; güçlü tutkuları ve nefes kesici yiğitlikleriyle bilinen efsanevi savaşçıların bile gönlünü kaptırabileceği bir yerdi.
başlarda sıkıcı geldi. hikaye bir baştan çıkarma ile başladı. sonra böyle çok yavaş ilerledi. 10 günlük bir seyahatin ardından iskoçyaya geldiklerinde ancak beni okuma hevesi sardı. kahramanlarımız bir duello sonucu evlendiler. her ikiside tuzağa düştü ama biri kurtulmak için diğerini kullanmak zorunda kaldı. kadın nefret ettiği kendisini kaçıran adamın gerçek yüzünü öğrenince ona aşık oldu. sanırım bu güne kadar sonu ayrılık ile biten tek kitap'tı. adam kadına aşkını itiraf etti. ama onun güvenliği için onu göndermek zorunda kaldı. ne olursa olsun dönücem diye söz verdi. hikaye burada bitti......

bazıları ateşli sever haricinde diğer iki kitapta bu türleri sevenler için keyifli kitaplardı. ben zevkle okudum. umarım sizde seversiniz.

30 Kasım 2011 Çarşamba

ortaklaşa yapılmış bir hata çıkar ortaya, bazen iki bazen çok kişi tarafından yapılmıştır.
ama ihale her zaman son sorumluluğu alan kişinin üzerine kalır çünkü kontrol etmesi gereken uyarması gereken odur.
aslında kusru varmıdır. evet vardır kontrol etmesi gerekir ama kişi işini yaparken bir sonraki kontrol edecek diye ona güvenerekte iş yapmamalıdır.
benim başıma geldi böylesi ben kontrol ediyorum diye nasıl olsa kimse takmadı yapılan yapıldı ve sonunda patladı.
ardından ne mi oldu. ben yalvar yakar çözdüm işi. çözdümya suçuda kabul etmiş oldum. suç zamanında gelmeyen evrakları kontrol edemediğim için başıma kaldı. evrakların zamanında gelmemesinin suçu benim değildi. ama ben çabaladım ve hallettim o zaman kendi suçumu kabul etmiş ve kendi kıçımı kurtarmış oldum.
yaptığım çabalar sonucu işi yoluna koymama rağmen iki ay içerisinde yerine getirmem gereken bir sözüm vardı. ve bir ayı bitti. yarısını hallebilmem mümkün iken boşa gitti. sıfırdan bu ay tamamlamam gerekiyor nasıl becericem ne yapıcam hiç bir fikrim yok ama halletmek zorundayım.
ortada bir söz var, başkaları yardımcı olmasada ben sözümü yerine getirmek zorundayım.

26 Kasım 2011 Cumartesi

ben iflah olmam
kesinlikle olmam
geçen ay bayram seyran derken para harcama işini abarınca
bu ay çok yeni çıkan kitapları almayacağıma yemin etmiştim
ama kendimi tutamadım alışveriş merkezine gidince daldım gene kitapçıya
of yaaaaaaaa
neler mi aldım
teresa medeiros bazıları ateşli sever
monica mccarty kır zincirlerini
marsha canham guru

kendimi tutamadım gene daldım iskoçya özlemime, dağlarına, yeşiline....

24 Kasım 2011 Perşembe

yaptığımın delilik ile bir alakası varmı ?

hayatımın büyük bir kısmını üç haneli dededen kalma apartmanımızda geçirdim. küçük amcamın kızı doğana kadar o üç haneli evin 6 erkek çocuğuna rağmen tek kız çocuğuydum. çoğunlukla onların oyunlarına katılır. atlamalı zıplamalı içinde bol action olan oyunları oynardık. o zamanlar zengin değildik. şimdide değiliz ama o zamanki halimizden halliceyiz. şimdiki barbiler gibi bebekler almaya gücümüz yetmezdi. benim naylon bebeklerim vardı. zaten beni kardeşim ve kuzenlerimin yanında gören beni onlardan etek giymemden yada arada bebeklerimide oyuna katmamdan ayırırdı. tırmanmaktan, koşmaktan, atlamaktan sandalye, koltuk kırmışlığımız çoktur.
tüm bu zaman içerisinde bende normal kızların yaptığı gibi ki ben halen biraz anormal bulurum kendimi çünkü erkek gibiyimdir. süsten püsten aman aman haz etmem, vurdulu kırdılı filmleri severim. liste böyle uzar gider. misafircilik oynardım bebeklerimle, bebeklerime çay, kek ikram eder onları ağırlardım.
arkadaşlarım vardı ama kendime ait dünyayı sanırım tercih etmişim. sonra zaman geçti. bu sefer bebeklerle oynamak yerine hayal oyunları başladı. kendimi ya bir hikayenin ya bir filmin kahramanının yerine koyardım. oyunlarımda hep güzel kız olurdum.
beni bilirsiniz ben şişmanım, kumralım, ela gözlüyüm. ama benim kendi o küçüklük dünyamda ben kendimi o zaman yetişkin bir kadın yerine koyardım. muntazam vücud hatlarım, kızıl saçlarım, yeşil gözlerim olurdu. ve her zaman hikayenin kahramanı olurdum.
bazen sokakta oynayan çocukları gördüğümde onlara imreniyorum. keşke o hayal dünyasında kalıp dertsiz, tasasız, mutlu yaşayabilseydim diye...
ama hala hayal kuruyorum. film seğrederken ya da kitap okurken bir anda kendimi o mekanda, kahramanlardan biri olarak hayal ediyorum. hikayeler yazan bir arkadaş grubumuz var. hikayelerinde hep güçlü kadın ve erkek karakterler var. yetişkin hikayeleri
bazen farkına bile varmadan kendimi o kadının yerine koyduğum kaçak anlar olmuyor değil, hatta kendimden bir şeyler kattığım anlar. bazen erkeğin kollarında dans edenin kendim olduğunu düşünüyorum. yapılan dansın nasıl olması gerektiğini düşünüyorum. hangi hareketin nerede yapılması gerektiğini o ana hangi bakışın ve sözün uygun olacağını düşünüyorum. mekanı hayal ediyorum.
ben olsam diye başlayan cümleler hayaller ile tamamlanıyor.
bu yalnızlığın verdiği bir şey mi sonuçta eşim, erkek arkadaşım ya da sevgilim yok. yalnızım bu yüzden çok okuyup, izleyip hayal kuruyorum herhalde diyorum.
bazen özel bir mekana gittiğimde, yada el ele bir çift gördüğümde gene ben olsamlarım başlıyor. bazen ailemle istanbulu gezerken acaba yanımda erkek arkadaşım olsa ne yapardım diye düşünmüyorum bunu hayal ediyorum. ona nereleri gezdiririm diye düşünüyorum. ne yeriz, hangi filme gideriz diye...
durun.... bu satırları okurken kaçınızın delirdiğimi düşündüğünü tahmin etmek zor değil. delirmiyorum yaptığım şeyin farkındayım biliyorum.
ama belki asıl delilik yaptığını bilerek tekrarlamaktır.
bir gün o günün geleceği zor ama biri ile karşılaşırsam bunlardan vazgeçermiyim. hayal kurmatan vezgeçermiyim bilmiyorum.
şimdi sizde kendinizi düşünün belki benim yaşımda değil ama daha genç yaşlarda böyle hayalleriniz olmuştur.
sonuç ben deli isem benden başkalarıda deli olabilir.....

18 Kasım 2011 Cuma

Sağır Odalar

beni bileniniz bilir. bütün günün yorgunluğunu atmak adına ya kitap okurum ya televizyon izlerim. konu olarakta en büyük şartım içinde sıkı bir aşk olmasıdır. sevmem başka tarzları, arada vardır izlediklerim ya da okuduklarım ama ucunda köşesinde mutlaka aşk vardır.
babamla sık sık izlediğim diziler yüzünden kavga ederiz. konularının klişeliğinden tutunda hikayede olmayacakların oldurulmasına kadar, ona göre hayatta olmaz dediği şeylerin dizilerde olması nedeni ile çıkar tartışmalar. kimin eli kimin cebindeden.
daha önce bir kaç defa yazdığım çok sevdiğim bir dizi olan fatmagül'ün suçu ne dizisini dün gece izlerken dizinin genelinde yaşananların her gün gazetelerde en büyük dramların yazıldığı üçüncü sayfa haberlerinin konu edildiğini sadece görmek isteyenlerin bir bütünün içinden cımbızla çekip bir konuyu ortada irdelemeye çalıştıklarını bir kez daha gördüm.
sonra izlediğim dizileri düşündüm arka planda görünmeyen ya da aslında kocaman puntolarla yansıtılan ama bizim başımıza gelmediği sürece ya olurmu hiç öyle şey, ne kadar saçmalamışlar dediğimiz hikayeleri görmek istemeyiz.
hangi dizi bize yada bana neler anlatmış irdelemek istedim. madem ki fatmagül'den açtık konuyu oradan gidelim.
fatmagül'ün suçu ne; kadına yapılabilecek en büyük hayvanlığı tacevüzü gözümüzün önüne serdi. bizim başımıza gelmez ya, biz tecavüzden çok fatmagülü oynayan beren saat'in oyunculuğunu konuştuk. tecavüz edenin değilde tecavüze uğrayanın suçlu olduğu gözümüze sokuldu ilk bölümlerde bedeli madur ödedi. dışlandı, ayıplandı, orospu olmak ile bile suçlandı. sonra cezası bunlada bitmedi tecavüz olayını gerçekleştiren grubun içinden biri ile zorla evlendirildi. adını temizlemek adına tanımadığı ama yaşadığı vahşetin tanığı biri ile ve ne oldu. adı temizlendi ailesinin adı kurtuldu. kötü kadınlıktan çıktı. oysa sadece cezasının derecesi arttırıldı. güzel tarafı gerçek hayatta olurmu diye inanamayacağım bir şey oldu. o adama aşık oldu. vedat türkali bu hikayeyi yazarken gerçek kahramanları varmıydı bilmiyorum ama ben bu diziyi izlerken bütün o suçun üzerine fatmagülün hayatını tekrar düzene koyduğunu görmek adına izliyorum. sevebildiğini yoluna devam edebildiğini görmek adına. umut etmek adına. birilerinin tıpkı onun yaptığı gibi hayatına devam edebileceğini inanmak adına.
3.sayfanın yüzümüze vurulması adına, başımıza gelebileceğini kabul etmek adına izliyorum.

bir çocuk sevdim; zengin oğlan, fakir kız hikayesi malumunuz çocuğun ailesi kızı istemez kızda hamiledir. klişedir ama gerçekliğide ortadadır. 3 sayfaya haber olmazlar belki ama kulaktan kulağa fısıldanır hikayeleri
boynu bükük bırakılmış hamile kızın ailesi rezil rüsfa olur. oysa kızın tek suçu sevmektir. suçludur. bedeli ödetilmelidir. aşağılanır, hor görülür, orospulukla suçlanır ta ki biri elini uzatana ona sahip çıkana kadar gene aklanır ak pak tertemiz olur. sevmediği bir adamla evlendirilir adı kurtulur. bedel ruhu ölür, gençlik hayalleri, umutları her şeyi oysa tek suçu sevmektir. sevmek onu cesur kılar yaptığı hata değildir çünkü sevmiştir.ama gelenek ve görenekler, aile ve çevre baskısı kocaman bir duvardır önünde, sonra evlendiği adam sever onu ve oda sevmeyi ve güvenmeyi öğrenir. peki ya birbirlerini sevmezlerse yalanlarla örülü duvarları yaşanmışlığı kabul etmezse sevdiği için bütün hayatı boyunca bedel ödemeye mahkumdur. evlendiği adamla ilgili kısımları yazarken sadece tahmin yürüttüm. çünkü daha çok yeni dizi ama bu dizi bana aileniz arkanızda olsa bile mecbur edildiğiniz bir yaşamın içinden sıyrılıp güçlü olmayı anlatıyor. mine'nin yaptığı doğrumuydu değilmiydi tartışmasını açıyor. bencillik mi etti yoksa haklımıydı eylemin de, biz buna cesaret edermiydik. ama gene hayatın yaşınmışlığını bizim başımıza asla gelmediği için inanamayacağımız bir gerçeği sunuyor oysa tam bu şekilde olmasa bile bu olayı yaşayan kimi mutlu sonlar bitmiş kimi hüsran olmuş bir sürü hikaye kahramanı var. gerçek belki bir parça çarpıtılıyor ama hep orada başkalarının yaşanmışlıklarında.

lale devri ; iki ayrı hikayesi var bana göre önce kötü olanla başlayalım. aşık olacağınız kişiyi seçemezsiniz, kaderinde bir çok kadının yada adamın başına gelmiş hatta gelebilecek bir olay vardır. bu dizidede aynısı oldu. yeşim ablasının kocasına aşık oldu. imkansız değil imkansız bunun için geçerli olamaz. ama bir gerçek var ki verdiği savaş doğruları yalnışı ile gerçek. kardeş iki kadına aşık olan bir adamda cabası ama gene etik kurallar dahilinde gelen ayrılık ve yıkım. ardından doğan muhteşem bir başka aşk. çınar şıpsevdimi değil ama düştüğü boşluktan onu kurtaran her kadına aşık. şimdi ölen karısında bir kızı, karısının kız kardeşinden bir oğlu var. ve aşık olduğu bir karısı. 3. sayfa haberi bu hikayede ancak bir cinayet ile çıkar ama bütün bunlar yaşanmışlıktır. her an olabilecek şeyler. yüzümüze magazin sayfalarında vurubilecek gerçekler hiç olmadımı şimdiye kadar oldu. aynı adamı seven iki kardeş olmadı mı oldu. mesela neşe, gülden karaböcek aynı adamı seven iki kardeş....
yargıladığımız bu diziler aslında hayatımızın bir parçası senin benim bir başkasının başına her gün gelebilecek şeyler. günahlar, sevinçler, hüzünler, imkansızlıklar ama illede kenarından köşesinden tutulan gerçekler.
olmazlar yok olanlar var bu hikayelerde. abartılar söz konusumu kısmen, olmazlar söz konusumu bakış açısına bağlı, ve daha gözümüzün önüne serilmeyen bir sürü yaşanmışlıklar var.
televizyonda gördüğünüz o diziler hem size vakit geçirtmek, hem ilginizi bir noktaya yönlendirerek gelir elde etmek amaçlı olduğu kadar kendi naçizane fikrime göre hayatın gerçeklerinin, ödenen bedellerin yüzümüze vurulmasıdır.
sadece aşkı meşki göstermek değil yaşanmışlıkları izlemektir.
sağır odalar bu yazıya başlarken aklıma gelen bir başlıktı. çünkü biz sağır ve sığ bir dünyada sadece kapatıldığımız odada izlediğimiz televizyonda işin eğlencesini görerek yaşayan bir toplumuz gerçekleri olmazları görmeyen bir toplum...

17 Kasım 2011 Perşembe

gene bunalımlardayım.

gene içimde garip bir durum var.

kendimi kapadığım yalnızlığımdan memnunmuyum? evet

yada kendimi kandırmaya çalışıyorum.

çevreme ayak uydurmakta zorlanıyorum

eski dostlarımı özledim saatlerce konuştuğum arkadaşlarımı hayatımın geçmiştede olsa bir parçası olan insanları hatta size bu satırları yazarken aklıma eski canlarımdan hala benim için can olan bir insanı arayıp geldim iki dakikada.

özlemişim uzun zaman oldu. az önce olan saçmalıktan sonra onunla konuşmak çok iyi geldi. uzun zamandır görüşmüyorduk ama biliyorum ki o hep orada gerekirse ben onun o benim yanımda onun nikah şahidi zaman zaman hayatının en önemli anlarının en büyük tanığıyım.

uzun zamandır görmediğim o kadar çok dostum var ki arayıp ulaşmam gereken bazen böyle anlarda onları büyük bir coşku ile arıyorum sonra ya ben onları düşünüyorum onlar beni düşünmüyorlar diye kızıyorum vazgeçiyorum.

aslında kızmak yada vazgeçmek yalnış, arayacaksın dostunu arkadaşını en azından öyle bildiklerini yanında tutmak için her şeyi yapacaksın

ben bugün başladım önce eski arkadaşımı cepten aradım, sonra face'de uzun zamandır aradığım ama bir türlü bulamadığım arkadaşımı ikinci adı ile arayınca bulmayı becerdim. şimdi sırada üçüncü var. onuda pazar günü bulmayı planlıyorum. beyoğluna gideceğim kendi arabamız ile gidersem onuda kasımpaşa tarafına inip bulucam.

neden mi koptuk. telefon numaraları, adresler değişti. iş güç derken gittik koptuk .

geri kazanım çabası içindeyim. çünkü farkettim ki bir kaç arkadaşımın haricinde nerede ise bütün arkadaşlıklarım fos, lafta kalan şeyler.

oysa önceden öylemiydi. arkadaşım dostum dediğim insanlar gerçekten candı, ciğerdi. yediğimi içtiğimiz ayrı gitmez cinstendi. yaşanmışlıklar, yaşananlar birdi. maceralar, üzüntüler, sevinçler heyşey paylaşılırdı. şimdi keyfi yok dostluğun arkadaşlığın.

şimdi yalancı baharı yaşıyorum, genellemeyeyim çünkü gerçek dostlarımda var. ama canım acıyor, çünkü bir zamanlar dost bildiklerim sadece yalancı baharmış.

12 Kasım 2011 Cumartesi

AYŞEGÜL

ayşegül ne mi?
ilk okulda okuduğum zamanlarda satılan bir hikaye kitabının kahramanı.
20-25 tane küçük kitaptan oluşan bir seri.
çok güze bir hikaye olmasının yanı sıra çok güzelde resimlere sahipti.
ayşegül o kadar güzel bir kızdı ki. hayran olmamak elde değildi.
kitapları o zaman o kadar çok istemiştim ki almayı ama bilen bilir incecik olmasına rağmen çok pahalıydırlar.
bizimde o zamanlar gücümüz yetmiyordu almak için.
şimdi hala varmı bilmiyorum benim yaş grubumda olanlar eminim hatırlayacaklardır.
hatta belki halen sağda solda zamanında saklamış olan bile vardır.
şimdi öyle kitaplar yok, şimdi kitap kahramanları değil çizgifilm kahramanlarının hikayeleri var.
elinde olan halen saklayan varsa çocuklarına mutlaka versin eminim onlarda çok sevecektir.
özellikle kızlar bayılacaktır.

10 Kasım 2011 Perşembe

seni hep kitaplardan okudum.
hep resimlerinde gördüm.
o üniformanın içinde ister karın üstünde yatarken, ister çanakkalede o meşhur etrafı işaret ettiğin pozunla bile güzeldin.
anıtkabire ilk ayak bastığım o gün sana ait olanları, senin olanları görünce hüzünlendim.
tüm o koridorları dolaşırken seni ne kadar tanıdığımı düşündüm.
ben sadece okudum seni, okurken sevdim.
portrelerinin olduğu o salona girdiğimde aklımda tek bir düşünce vardı. ne kadar yakışıklıymış, ne canlar yakmıştır dedim.
resimlerdeki mavi gözlerine tutuldum. tuvalde bile bu kadar yakışıklı gözükmene vuruldum.
dokunsam acaba canlımı dedim. o kadar canlıydın ki....
sonra mezarını gördüm gerçek yüzüme vuruldu. yoktun, aptalca kelimeler ile içimizdesin demek doğru değildi çünkü içimde kocaman bir boşluk vardı senin için.
gerçek mezarın bana bir anlam ifade etmedi. sadece gerçeği çarptı yüzüme. onu çok fazla görmeye alışık değilim ama ana salondaki katafalkı görünce sen içinde olmasanda o seni bana daha fazla ifade ediyordu.
koca salonda adım adım sana yaklaşmak, sana dokunmak istedim. dizlerimin üstüne çöküp ağlamamak için zor tuttum kendimi. ailem anlamasın diye onların arkasından gittim. gözlerimdeki acıyı, sensizliği görmesinler istedim.
ben seni okurken sen benim kahramanım oldun. ben seni okurken sana aşık oldum.
şimdi kim ne derse desin senin için atam en azından kendi adıma bir söz verebilirim. benim kalbimde seni asla öldüremeyecekler.

9 Kasım 2011 Çarşamba

berbat bir dört gün geçiriyorum.
kendine zaman ayırmak deyimi bu dört gün için sadece evde pineklemek anlamına geldi benim için...
bayramın ilk günü malum kurban falan filan ile gitti.
ikinci günü sıkıntıdan gelen giden ile, üçüncü günüde aynı
ve babamın madik atması sonucu bu dördüncü günüde felaket derecede sıkıcı geçiyor.
bir yere çıkamıyorum. çünkü gideceğim yakın bir nokta olmadığı için gidiş gelişimi ayarlama şansım olmayacak.
sırf nerde kaldın safsatalarını dinlememek adınada bir yere gidemedim. karman çorman geçti ve evde olmaktan hiç zevk almadım ne diyim.

3 Kasım 2011 Perşembe

bu ülkeden kadının adı var sadece.........

son iki gündür gazetelerde NÇ'nin daha 13 yaşında iken 26 kişinin tecavüzüne uğradıktan sonra mahkemenin verdiği aptal kararı yargıtayın onaylaması'nın yankıları sürüyor...
ve bu olay bize bu ülkede sadece kadının adı var cümlesini hatırlatıyor. çünkü kadının başka hiç bir şeyi yok bu ülkede.
kadının her hangi bir eşyadan hiç bir farkı yok ki o hakimler kızcağıza yapılanı haklı buldular. 26 kişinin tecavüzünü, yaşanan travmayı hesaplayamayacak kadar yozlaşmış bir adaleti temsil ettiler. doktor raporlarını, tecavüzden sonra nç'nin sadece basit bir eylem olan oturma eylemini yapabilmesi için 4'ten fazla ameliyat geçirdiğini yok saydılar.
nç'nin insan olduğunu yok saydılar.
onunda hayalleri, umutları vardı. kendini bilmezler tarafından kirletildi, aşağılandı.insan, vücudunun aldığı darbe ve ruhsal eziyetten sonra, en önemliside bu eylemler ardı arkası devam ediyorsa takati kalıp karşı koyabilir mi? mümkün değil...
eylem yapılırken bir süre sonra hangi sıralama ile olur bilmiyorum ama, bedeniniz ve ruhunuz ölür ve siz eylem gerçekleştikten sonrasını bırakın eylem gerçekleşirken bile karşı koyamayacak hale gelirsiniz. sonuç olarak'ta tıpkı birilerinin nç için verdiği karar gibi sırf karşı koyamadığınızdan isteyerek beraber olmuştur diye bir karar verir.
bu kararı verenler acaba kendileri ne kadar dayanırlardı bu işkenceye, pisliğe onlarda vazgeçtikleri zaman bu eylem kendi isteği ilemi yapılmış olurdu çok merak ediyorum.

29 Ekim 2011 Cumartesi

SESSİZLİK

bu gün 29 ekim etrafta kocaman bir sessizlik.
ne bir siren sesi, ne bir hareket bom boş bir hiçlik.
tarihimizde ilk defa cumhuriyet bayramını kutlamıyoruz.
bu vatan için can verenleri anacağımız büyük coşku duyacağımız bu günü kutlamıyoruz.
van'da ki elim depremden sonra olmaz dediler.
sorarım size hangi ülke, hangi devlet lideri ne yaşarsa yaşarın ülkesinin kurtuluş gününü kutlamaz...
biz kutlamıyoruz. ama yinede
CUMHURİYETİMİZ kutlu olsun.
asın bayraklarınızı evinize kutlayın CUMHURİYETİMİZİ.
ve unutmayın ki şehitlerimiz bu toprak için can verdiler. bize bu günü kutlamak için kendilerini feda ettiler öyleyse kutlayın CUMHURİYETİMİZİ...

24 Ekim 2011 Pazartesi

ne bayram kaldı bizde ne seyran

karanlık günler yaşıyoruz. acı günler. önce canlarımız gitti. şimdiden can ve cananlarımız.
iki hafta içinde yandık, bittik, kül olduk.
şehitlerimize akıttığımız göz yaşı daha dinmeden. van'daki kardeşlerimiz için akıttık yaşlarımızı...
yaşamayan bilmez o çığlıkları, haberleri ilk açtığımdan ekranda bir kadın vardı 20'li yaşlarda. yere çökmüş annem diye çığlıklar atıyordu. kardeşim öldü diye sözler dudaklarından dökülen genç bir adam sedyede taşınıyordu.
gene kızdırdık seni galiba allahım. gene üzdük. gene kötü sözler kullandık. gene isyan ettik. şükretmedik. ceza'mı verdiğin, sınavmı bilmiyorum ama önümüz iki güzel bayram'ken ne bayramamız kaldı ne seyranımız.
yaralılara geçmiş olsun. ölenlere allah rahmet eylesin.
haaa tüm bunları yazarken kendi utancımıda sizinle paylaşayım. tüm bunlar olurken ben malum önümüz bayram , bayram alışverişindeydim. alışveriş merkezlerinde oradan oraya sürtüyordum. bunun dışındada kendi dertlerime düşmüş çıkış yolları bulmak adına tehditler savuruyordum. yaparım ederim diyordum. eve geldim. kitap okudum, dizi izledim ve ancak olanları akşam 18:30'da haberlerle ilgili alt yazılar geçerken farkettim.
sonra düşündüm. bende insanım diye ama farkettim ki değilmişim be
geçen hafta gece'nin bir yarısı canlarımız toprağa düşerken uyuyorduk. dün deprem olurken kendi keyfimize bakıyorduk. gözden ırak olan gönülden de ırak olurya, başımıza gelmeden bilmiyoruz. en fazla bir kaç haber izleyip vah vah diyoruz.
ama lütfen sadece vah vah demekle kalmayın yardım gerek....

19 Ekim 2011 Çarşamba

kan'la sulandı vatan toğrağı
düşen her bir beden feda edildi uğruna
canların canını aldı
her bir kurşun vatan uğruna
şehit verdik biz onları
adına vatan dediğimiz bir avuç toprağa

atamın dediği gibi
şerefsiz olup toprağın üstünden olmaktansa
şerefimizle toprağın altında yatarız

14 Ekim 2011 Cuma

esen'e

bu gün bloğuna yazdığın acının aradan geçen onca zamandan sonra bile ne kadar taze olduğu hala kanadığı ve küçücük biz sızı olarak bile kanamaya devam edeceğini biliyorum.
sen o satırları yazarken bende kendi acımı hatırladım. hayatta ölmesin diye dua ettiğim tek kişiyi hatırladım. sultanahmet camii'inde onun için dua ederken gözümden akan göz yaşlarını hatırladım.
ben belkide ilk defa onun için içten gelen bir duygu ile dua ettim.
yorum kısmına yazacaktım bunu ama farkettim ki yazmak istediklerim çok uzunmuş.
işyerimde tanıştığım biriydi. hem müşterim hem dostum hem arkadaşımdı. öyle çok sıkıfıkı değildik. ama konuşur, şakalaşır, gülerdik. yeni evini bile gidip görmüştüm. kendi dekore etmişti. yatak odasının tavanına kocaman bir pencere yapmış. araba sileceklerine özel bir motor ekleyip onu düğmeye basıp sildiriyordu. gece süper oluyor diyordu.
bazen sık sık görüşür, bazen uzun aralar görüşemezdik.
kaza geçirdiğini söylediklerinde inanamadım. o ki hızlı araba kullanır, hızlı motorsiklet sürerdi. ama ecel onu bir başkasının arabasında yakaladı. hemde arka koltukta. başını vurmuş. en yakın hastaneye kaldırılmış. doktorlar basit bir röntgen çekip bir şeyi yok diye göndermişler. iki gün sonra beyin kanamasından yığılıp kalmış. bana kaza geçirdi haberi geldiğinde inanamadım. hikayeyi öğrendiğimde ise hiç inanamadım. hastaneye gidip onu görme cesaretini kendimde bulamadım. gerek ilaçlar gerek fiziksel durumu yüzünden tanınmayacak hale gelmiş. ayaklarım gitmedi. ailesine gittim geçmiş olsun demek için. annesi ile konuştum. kardeşi ile konuştum.
ama hastaneye gidip yanında olamadım. ona veda edemedim. buna cesaret edemedim. onu son hali ile hatırlamak istedim.
hayatımda ilk defa içten dua ettiğim sultanahmet camii'nde ben ona veda ettim. öldüğü haberi geldiğinde cenazesine gidemedim.
çünkü o benim için hiç ölmedi. ailesi cenazenin ardından evlerini sattılar. başka bir yere taşındılar. arada kardeşi ile görüşüyoruz. onlara baş sağlığı bile dilemedim. çünkü bunu yaparsam öldüğünü kabul etmiş olacağım. onu hep ailesi ile uzakta yaşıyor diye düşünüyorum. bu benim kendimi daha iyi hissetmemi sağlıyor.
ama keşke onun gibi yaşayabilseydim dediğim o kadar çok ana sahibim ki. o harika biriydi. hayatının her gününü, her saatini istediği gibi yaşadı. yedi, içti, sevişti. sevabı ile günahı ile yaşadı. hayatının her anını zevk alarak yaşadı. o kötü çocuktu. ama muhteşem derecede iyi idi.
hiç unutmam bir gün beraber yürürken bana bak muhitimize geldik, seni benimle görürlerse adın çıkar demişti. o günde aynı şeyi düşünmüştüm. bu günde aynısını düşünüyorum.
varsın seninle adım çıksın....yakışıklı

12 Ekim 2011 Çarşamba

hayatınızın sigortası maalesef ki yok.
allah ile bir anlaşma yapıp kendinizi kayırmasını taleb edemiyorsunuz. sadece ona dua ediyor ve korumasını istiyorsunuz. inancınıza sarılıp bir ayrıcalık umuyorsunuz.
neyse bu konulara dalmayayım.
hayatımın sigortasını ssk'ya bıraktım. hastalıklar ona emanet ne kadar emanetse artık. baya bir karışık bu ssk yada sgk olayı bu aralar. emeklilik ise tam bir hayal modunda....
evimi sigortalattım. hani demiştimya daha önce ilk defa bana ait olduğunu hissettiğim her gün yeni bir şeyler katmak için uğraştığım bir yer.
sadece 300-400 lira bir para vererek evimi, eşyalarımı her türlü olaya karşı sigortalattım.
şimdi içim rahat, hırsızlık en büyük takıntımdı. çünkü bahçe katında oturuyorum ve her ne kadar her pencere ve kapıda demir korkuluklar olsada bu açılamayacakları anlamına gelmiyor maalesef. ayrıca bodrum katında oturduğumdan su baskını riskide vardı. şimdi bunların hiç birini düşünmüyorum. ödeyeceğim az miktar bir para ile bunların hepsini güvence altına aldım.
içim oldukça rahat kişisel eşyalarımıza varana kadar her şeyi sigortaladık.
bu yazıyı yazarken şimdi düşünüyorumda. 15 yıldan uzun süredir sigortalığım, doldurmam gereken gün sayısını doldurdum. ama değişen kanunlar ve insanların sgk'nın sağladıklarını yalnış amaçlar ile kullanması sonucu 90'lı yıllardaki kanun ile 36 yaşında emekli olmam gerekirken şimdi en az 50'yi beklemek zorundayım. sanırım bunada yıl başından sonra bir çözüm bulacağım özel sigorta'ya bir teğet geçiş yapabilirim gibime geliyor. bakalım hayırlısı....

9 Ekim 2011 Pazar

insan nasıl öldürülür.
yada en kötü ölüm şekli hangisidir.
tabanca ile vurulmak, bıçaklanmak, dövülmek, intahar etmenin her şekli...
hiç biri değil.
en kötü ölüm şekli bir sözle veya bir davranış ile öldürülmektir.
çünkü siz nefes alırken, bedeniniz yaşarken, ruhunuz ölür ve hayatınız boyunca bununla yaşamak zorunda kalırsınız...
işte o zaman yaşadığınıza lanet edersiniz.

1 Ekim 2011 Cumartesi

boşa yaşamak

dışlanmak mı? dışlamak mı yaşadığım bilmiyorum.
kendimi uzaklaştırdığımdan beri farkına vardığım bazı durumlardan biri bu....
size daha önce çok yakın bir arkadaşımla olan kavgamı yazmıştım.
kendimi haklı çıkarmak değil amacım ama insanların ne kadar riyakar oldukları ortaya çıkıyor böyle zamanlarda.
ben o arkadaşım ile konuşmadığım 5-6 ay belki daha uzun süren bir süreçte beraber çalıştığımız diğer arkadaşımız ile ne yaparsam nereye gidersem hep çağırmasını istedim onu ki üzülmesin benle konuşmasa bile dışlandığını hissetmesin diye...
ama tüm o sürecin ardından her şey değişti. bir daha eskisi gibi asla olamadık, olmayacağızda.
kırılan kırıldı ve kırıkları birleştirmek mümkün değil.
ama özellikle şehir dışında bulunan şubemize geldiğim günden beri farkettim ki hayatından ya da hayatlarından fazlaca çıkmışım.
iyi mi oldu kötümü bilmiyorum. ama insan kendi yaptıklarından sonra böyle bir durumla karşılaşında bozuluyor ki ben ona kızgın olmama rağmen, konuşmasamda sırtımı dönmedim asla..
dün gece kuaföre gittim. yolda onlarla karşılaştım. beraberce caddeye çıkmış dolaşıyorlardı. tamam belki ben gelemezdim. zaten işim vardı. amaç o değildi zaten nezaketen bile olsa önceden bir planımız varsa sorulur edilirdi. ama oda yok artık.
bazen düşünüyorum da insanlara iyi olduğunuz sürece isteklerini yerine getirdiğiniz sürece iyisiniz, dostsunuz arkadaşsınız gerisi yok kocaman bir boşluk.

30 Eylül 2011 Cuma

yağmurlu bir istanbul sabahına gözümüzü açtık.
hafiften esen bir rüzgar, bir parçada soğuk var.
biraz geç olsada sonunda kış geldi sanırım....
oda gelsin başımızın üstünde yeri var.

28 Eylül 2011 Çarşamba

Saç Boyası

son bir yıldır düzenli olarak saçlarımı boyatıyorum. tabii düzenli olarak derken çok da düzenli değil açıkçası mali durumuma bağlı olarak zamanını geçirdiğimde olmuyor değil...
malum boyatırsınız ve bir-bir buçuk ay sonra ne kadar kaliteli bir boya kullanıyor olsada kuaförünüz boyanız akar yada saçlarınız uzar ve dip boyası yaptırmanız gerekir.
benimde boya yaptırma zamanım gelmişte epeydir geçiyordu. saçlarım baya uzadı, dolayısı ile saç diplarim baya bir açıldı. ama ne yazıkki kuaförde boya yaptırmak epey maaliyetli bir iş olduğundan ki bana her seferinde 100 tl civarı bir rakama patlıyor, para ayarlamam gerekiyor. malumunuz halen eşya taksitleri ile uğraşıyorum.
bu sefer bir değişiklik yapmak istedim. kendim boyamaya karar verdim. ama ben o eski tip hazırlanan boyaları yada krem boyaları pek kullanamıyorum. çünkü onlarda saçlarını tek tek ayıracaksın, fırça yardımı ile boyayı dağıtacaksın, yani tek başına yapılacak bir iş değil. işte tam bu noktada yeni nesil köpük boyalar hızır gibi yetişti.
dün akşam markette koleston'nun 3/66 patlıcan moru rengi köpük boyasını aldım. içindeki talimatnameye göre hazırladım ve kendi odamın rahatlığında saçlarımı 20 dakika gibi bir sürede kimseya ihtiyacım olmadan boyadım. üstelik ne etrafımı ve üstümü başımı batırdım. 1. kutu ile 2. kutu birleştirip 3 kere sallıyorsunuz sonrada şiseyi sıkınyorsunuz içinden çıkan köpüğü iki elinizde saç diplerinden başlayarak uclarına doğru sürüyorsunuz. ister kutuyu dibine kadar bitirin ister saçınız komple ıslanınca bırakın.
tüm bu işlemler bitince 40 dakika bekliyorsunuz. aslında şimdi düşününce asıl zor kısım sıradaki işlem olan yıkamakmış, boyamak o kadar kolay ki yıkarken daha çok zorlandım açıkçası. saçlarınızdan temiz su akıncaya kadar yıkıyorsunuz. bu işlemin hemen arkasından da parlaklık ve yumuşaklık vermesi için bir krem var onu sürüp suyla duruluyorsunuz.
sonuç ilk acemilik için fena değil gibi.
bu kadar kolaylıktan sonrada, evinmin ortamında bundan sonra kendim boyayacağım saçlarımı.
teşekkürler koleston bizi büyük bir masraf ve zaman kaybından kurtardığın için...
bilgi için boyanın fiyatı 14,99 tl. yani ben bir seferde verdiğim 100 tl ile en az bir yıllık boya masrafımı karşılamış olacağım.

26 Eylül 2011 Pazartesi

74 tane yufka açtım

bu hafta sonu faaliyetim buydu.
evet ben tarihimda bir ilk yaşadım.
tam 74 tane yufka açtım. hikayesimi ne?
annem cumartesi aradı malum şimdiki evimizde bahçemiz var bir çok şey yapma fırsatımızda açıkçası, bayadır yufka açıp kesme yapmak istiyordur. bilen bilir bilmeyen için bir çeşit makarna desek en kolay açıklama yolu bu olur. pazar sabah 9:30 kalktık kahvaltı yaptık ardından ben evi toparlarken annem aşura kazanında ki kocaman bir tenceredir, hamuru yoğurdu. 11 gibi bahçeyi ayarladık. açmaya başladık, tam 74 hamuru saat bir gibi açmayı bitirdik. küçük hamur toplarını ben 20 cm çapa gelecek şekilde açtım ardımdan annem inceltip büyüttü. sonra kurumaları için serdik. arada onları sererken bir yandanda börek için yufka açtık. ben böreği hazırlarken annem yufkaları kesmeye başladı. ve finiş hem böreğin, hem kesmelerin bitmesi akşam saat 20 sularında oldu. sonuç
hayatımda ilk defa yufka açtım. evet kek kurabiye felan yaparım ama bu başka...
acayip yoruldum. omuzlarım, kollarım, sırtım hatta bacaklarım bile ağrıyor. herkez hazır yufkayı işte bu eziyetlere katlanmamak için kullanıyor ama bununda zevki bir başka canım

20 Eylül 2011 Salı

- Seni çook seviyorum.
- Varlığın için çok şükrediyorum.
- İyi ki bu Pazartesi günü sen hayatımdasın.

dün sabah her gün olduğu gibi filizime günaydın mesajı attım ki biz bunu bilgisayar yanımızda olduğu sürece her sabah yaparız.

bana cevap olarak yukarıda yazdığım satırları göndermiş.

önce güldüm. ne bileyim hoşuma gitti. uzun zamandır biri bana seni seviyorum dememişti. beklenmedik bir anda geldi. kocaman bir gülücük oldu sonra sevinç oldu. bende ona geri şu mesajı attım.

BENDE SENİ SEVİYORUM DA NERDEN ÇIKTI BU SABAH SABAH BÖYLE SEVGİ YUMAKLIĞI HOŞUMA GİTMEDİDE DEĞİL AMA ANLAT BAKALIM AMACINI
YADA MESAJI YALNIŞLIKLA BANA GÖNDERDİN BENDE ÜZERİME ALINIYORUM

ama yalnışlıkla göndermemiş. beni çok sevindirdi. uzun zamandır biri bana seni seviyorum dememişti.
oysa insanın böyle bir cümleyi duymak ne kadar hoşuna gidermiş bunu yeniden keşfettim.
tıpkı hiç beklemediğiniz bir anda sürpriz bir hediye almak gibi....
çok teşekkür ederim canım beni sevdiğin ve sevindirdiğin için...

farkettim ki biz birbirimize hiç sevgi sözcükleri söylemiyoruz. bu gün bir değişiklik yapın etrafınızfaki her keze seni seviyorum deyin. onları hem şaşırtmış hem sevindirmiş olacaksınız.

19 Eylül 2011 Pazartesi

içim, bedenim, ruhum uykuya daldı gene
neden, ne oldu bilmiyorum.
benliğim ruhum hava gibi karman çorman gene yenilenmem, gene nefes almam gerek
kendimi hayvan gibi hissediyorum. sanki ormana gitsem o doğa, o renkler, oksijen beni tekrar resetleyip yenileyecekmiş gibi geliyor.
doğum sancıları çeker gibiyim ama kendim doğurmayacağım bu kesin tarif etmek gerekirse rahimde bekleyen bebek gibiyim durgun ama içinde yükselen ama adını koyamadığı bir duygu taşıyan.
neyse kafanızı gene allak bullak etmeden gideyim çünkü şu aralar ben ben değilim.

13 Eylül 2011 Salı

gene bir kopuş yaşıyorum.
gene yazmak gelmiyor içimden...
ama zorlayacağım kendimi
neyse hafta sonu neler yaptım onu anlatayımda bari yazı konusu çıksın....
babamlar bu hafta köye gitti. bende cumartesi arkadaşlarımı çağırdım. o yüzden cuma günü akşam evde küçük çaplı bir temizlik yaptım.
cumartesi hemen iş çıkışı eve gittim. son toparlamalarımdan sonra 6 gibi misafirlerim geldi. pizza ısmarladık. çay içtik. dedikodu yaptık. çok konuştuk ama hiç bir şey konuşmadık.
ha bu arada yeni eve ilk gelişleri bilmiyorum beğendik dediler ama insanların lafına güvenmek zor artık.
ertesi sabah kardeşimle beyoğluna gittik. erken gidip kahvaltı ettik. mado'nun balkonunda güzel bir köy kahvaltısı yaptık. sonra çıktık dolaştık. niyetim atlas pasajına gitmekti. orada kostümcüler felan var. odamın duvarlarına venedik maskları alacaktım. ama pasaj 2 gibi açılıyormuş dön dolaş vakit gelmedi. bende döndüm. günün geri kalanı standart işlerle geçti.
annemler akşam geleceği için erken döndüm yemek felan yaptım. uzun zamandır yapmıyordum. ara ara yapıncada adamın elinin ayarı olmuyor neyse olduğu hali ile yediler.
bir kaç hafta sonra tekrar çıkacağım beyoğluna o zaman umarım aradığımı bulurum.
venedik maskları bende tutku oldu. ama internetten alabileceğim bol çeşidi olan yerler yok. ben böyle şakır şakır süslü püslü şeyler istiyorum....
kısmet bakalım bir dahaki sefere

9 Eylül 2011 Cuma

off be sonunda evde bir elektronik eşya daha uzay çağı formuna kavuştu.
yıllar yıllar evvel aldığımız bilgisayarımız ki vestel'in ilk çıkardığı modellerdendi, zaman içinde bir kaç parçası değişmiş olsada en sonunda dün akşam tamamen değişti.
çok şükür
ben daha henüz kullanmadım ama kardeşim uçuyor diyor.
eee bizim takadan sonra uçmasada uçuyor gözükür ama gerçekten uçuyor manyak bilgisayar yaptırdı bizimki....
hayırlısı ile kullanmak nasip olsun inşallah...

5 Eylül 2011 Pazartesi

bir bayram klasiğini daha tamamlayıp hayırlısı ile bu gün işe başladım. ama ne yalan söyleyeyim hani yatsam daha yatardım yani...
arife günü sahurdan sonra yola çıktık. ver elini izmir. hani ben izmire gidecem diye çığırtkanlık yapıp duruyordumya. ben demesem izmirin kıyısından geçip gidecekmişiz.
izmirin içine girmeden döndük. önce torbalı, sonra tepeköy oradan özbey derken ısım akraba ziyaretinin bitmesi akşam 7 yi buldu. selçuğa geçtik orada güzel küçük bir pansiyon bulduk.
gerçekten güzel ve temizdi. üstelik o yakıcı izmir sıcağına karşı odalarda klima olması acayip bir artı kazandırdı onlara. tek sıkıntı biz türklerin zamanla yabancıları fazlaca kabul etmemiz oldu. bu da ne demeyin herşey iyi güzeldide, pansiyonda tuvaletlerde tarat musluğu yoktu varya sabaha kadar bekleyip sonra kendimi en yakın benzinliğe attım susuz olmuyor maalesef....
sabah erkenden şirinceye geçtik. küçük çok ama çok eski bir rum köyü. zeytinyağı, sabun ve şarabı ile ünlüymüş. ilginç bir yer küçük bir caddesi var şarap satış yerleri ile dolu, her dükkanda şarabı satmak için izzet ikram var. caddeye girerken tatmaya başlasanız en sonuna çıktınızmı zom olursunuz.
çok güzel zeytinyağı aromalı sabunları var bende hem kendime hem arkadaşlarıma hediye olarak aldım.
ve muhteşem üzümleri minnacık tanelerinin içleri bile bal gibi tatlı ve kıpkırmızı sulu. şaraphaneye girip mahsenleri görmek istedim ama maalesef giremedim o yüzden sadece üzümünden tadabildim.
oradan efes'e gittik. acayip büyük bir yer gözünün alabildiğine uzanıyor. oradanda meryem anaya çıktık. bir yanda kocaman tarihçesini anlatan her dilde ayrı ayrı düzenlenmiş anıtlar, bir yanda rahibin düzenlediği tören bir yanda meryem ana heykeli ve papaların ona hatıra olarak bıraktıkları eşyalar ilginç ama güzel bir yer.
oradan kuş adasına gittik. ama gitmez olaydım. izmirin sıcağına kuş adasının denizi için bile katlanılmaz. acayip sıcak ve kötüydü en azından bana göre...
oradan direk sökeye gittik. kuzende kaldık. halamın kızı, ben çook küçükken gördüydüm. ertesi gün güllübahçeye geçtik. halam orada yaşıyor ve bir kaç akraba oradanda onların bir antik kentleri var oraya çıktık. ama ben çıkmadım yarı yolda serdim kendimi. dehşet sıcaktı.
izmire gittik sonra ama o kısa oldu. kordonda bir tur attık hava kararmaya başladığı için yola döküldük. izmir-aydın hattında kaldığım o üçgün içerisinde bana yarayan tek tarafı öksürüğümü geçirmesi oldu. onun dışında bir yararını görmedim. nemden burun spreyleri sıkarak dolaşmak zorunda kaldım ki bu bile beni mahvetti. son iki günüde annemin yeğenleri ile birlikte bursada geçirdik. cuma akşamıda eve geldim.
evim evim güzel evim. sonraki iki gündende pek bir şey anlamadım zaten geçti gitti tatil böylece...
kısmet bir daha ki bayrama

22 Ağustos 2011 Pazartesi

gene saçma sapan bir gece, gene saçma sapan bir zaman yaşadım.
çığlık atasım varken, olaylar daha fazla büyümesin diye sustum, sustumdum içimdekini....
ama nereye kadar gidecek, ne olacak sonu bilmiyorum.
babam artık herşeyi ama herşeyi maddiyata dökmeye başladı. her şeyi para ile ölçmeye, bitip tükenmek bilmez bir şekilde üç kuruşun hesabını yapmaya...
ama farkettim ki hayatımda ki en büyük yalancı oymuş. dün akşam kardeşim arabayı aldı diye yapmadığını bırakmadı. bağrış, çağrış ne ararsanız vardı. en sonunda kardeşim bir daha arabaya binmem, bir yerede gelmem sizinle dedi çıktı gitti odasına....
ayrıca neyi farkettim biliyormusunuz. tüm buraya yazdıklarımdan ve fırtınalı geçen o süreçten sonra babam bizi hiç sevmemiş.
itiraf etmek çok zor olsada evet babam bizi hiç sevmemiş. üç kuruş para için, aptal bir araba için yapmadığını bırakmadı iki haftadır. en çok'ta ne zoruma gitti biliyormusunuz.
ben sizin gibi kötü evlatları hak edecek ne yaptım dedi.
bir kez daha öldürdü beni, bir kez daha allah belanı versin deyip çıkmak istedim o evden, bir kez daha bana kendimden nefret ettirdi.
biz ne yaptık ona, hiç bir şey. hayatımız boyunca otur dedi oturduk. kalk dedi kalktık. git dedi gittik. peki sonuç. adına tek leke, tek laf getirtmediğimiz adam üç kuruş para için bizi kötü evlat yaptı.
dün gece sırf kavga büyümesin diye sustum. içimde bir süredir bastırmaya çalıştığım isyan yerinden çıkmak için kıvranıyor.
daha ne kadar aynı sözleri duyup susacağım bilmiyorum. daha ne kadar kendimden vazgeçip onun söylediklerini kabul edeceğim bilmiyorum.
her şeyi burnumuzdan getirmeyi o kadar iyi beceriyor ki....
hayattan zevk almayan aptal mahlukatlara döndük, ne için nasıl yaşadığımızı bile unuttuk.
her dakika kendine duyulan saygı ve sevgiyi öldürdüğünün farkında bile değil. belkide farkında bu yüzden bağrına çağrına konuşmayı seçiyor. azarlayarak saygı kazanacağını düşünüyor.
insan babasının ölmesini istermi, ben istiyorum. işte beni bu hale getirdi.
her geçen gün onu daha fazla siliyorum içimden.
ve keşke diyorum şuraya yazabildiklerimi onada söyleyebilseydim.
ama beni o kadar sindirmiş ki bunu bile yapacak cesaretim yok......

21 Ağustos 2011 Pazar

hani eskiden bayram dendimi alışveriş üzerine alışveriş yapılırdı. cicili bicili kıyafetler alınırdı. artık büyüdük desek bile bayram oldumu illa üzerimizdekilerin yeni olması gerektiği düşüncesi beynimize yıllarca işlenmiş gibi her giydiğimiz yeni olmasa bile mutlaka yeni bir şeyler alırız. en azından ben öyleyim.
ama son bir kaç yıldır sürekli yollarda geçirdiğim için bayramı neden bilmem kendime yeni bir şeyler almıyorum.
arabayı aldığımızdan bu yana nerede ise her bayram geziyoruz. önce konyaya, sonra ürgübe, sonra kırklareline ve bu bayramda izmire gidiyorum. tabii son dakika bir aksilik olmaz ise, o yüzden yeni kıyafete pek ihtiyacım yok.
bir kaç tişört, bir kaç eşofman ve pantolon bütün bayramo rahat rahat geçirmeme yeterde artar bile. ürgübe giderken üç kat kıyafet götürmüştüm. konyaya giderken sanırım dört kattı bu sefer gene 3-4 kat bir şey götüreceğim bütün hafta bana yetecek.
ha izmire neden mi gidiyoruz. biraz ısım akraba ziyareti, biraz tarihi turistik gezi, biraz yer görme takıntısı ama en çok babam yüzünden. adam evde oturamıyor ve nereye giderse bizide peşinden götürüyor. iyi oluyormu evet iyi oluyor ama genede biraz hızlı geçtiğinden başım dönüyor ve yorucu oluyor. eve kendimi attım mı oh be diyorum...

17 Ağustos 2011 Çarşamba

ÖLÜMSÜZLERE



şehiler ölmezmiş.... yazanın eline, okuyanın diline sağlık.


bir arkadaşım facebook'una bir söz yazmış.

toprak ölülerimizi gömdüğümüz için güzel kokar demiş.

yarın o toprak bizim için bir kez daha buram buram kokacak, bir kez daha anaların göz yaşı ile ıslanacak, çünkü bir kez daha şehit kanı ile yıkandı.

akan kanınızın her damlasına, ananızın gözünden dökülen her damlaya can feda....

16 Ağustos 2011 Salı

size bir tavsiye

sevdiniz bir erkek arkadaşınız var. normal arkadaşınız ama, kanki yada ne ad verirseniz
onunla ilgili size verebileceğim en iyi tavsiye hayatına bir kadını soktuğunda arkadaşlığınızın devam etmesini istiyorsanız o kadın ilede arkadaş olmak zorundasınız, ister isyetin ister ismeyin arkadaşınız için buna katlanmak zorundasınız.
14 yıllık arkadaşım zamanında ailesinden önce benimle tanıştırdı eşini. onunla arkadaş olarak güvenini kazandım. sözlerinde, nişanlarında, düğünlerinde yanlarında oldum. hala arkadaşım ile sık sık görüşmemize ve eşi ile işlerim dolayısı ile sık sık görüşememe rağmen bana olan güvenini hiç bir zaman boşa çıkarmadım. hiç bir zaman ben ve arkadaşımın arasında bir şeyler olabileceğini düşünmedi. öyle bir şey olmasınıda istemedim zaten hiç bir zaman....
nerden çıktı bu derseniz. bir süre sonra aramıza işimiz dolayısı ile bir başka kız arkadaşımız katıldı. güzel, ilgi çekici bir kızdı. arkadaşım ve o kız baya bir samimiydi ama günahlarını almam aralarında bir şey oldumu olmadımı bilmem.
hep bir grup arkadaş olmamıza rağmen, zamanında eşi görüşmeleri olmasına rağmen neden bilmem arkadaşımın eşi bir süre sonra kızı kıskanmaya başladı. arkasından inanılmaz olaylar gerçekleşti. ve etkileri hala sürüyor, hala ara ara o kız yüzünden kavga ediyorlar.
benim hep arkadaşımla bir çizgim vardı ne kadar samimi olsamda ötesine geçmediğim bir çizgim ama diğer taraftan arkadaşım ve kız arasında böyle bir çizgi olmadı. fazla samimi, fazla iç içe, herşeyden fazla fazla oldu.
kız istemedende kötü kadın durumuna düştü.
söylemeye çalıştığım şey şu bir erkek ve bir kadın arkadaş olabilirler, hatta çok samimi olabilirlar ama ne olursa olsun onunla arkadaş kalmak istiyorsanız sevgilisi yada eşiylede arkadaş olmalısınız ve ne kadar samimide olsanız sınırlarınız olmalı. samimiyetinizi bir derecede tutmayı bilmelisiniz. sizinle eskisi gibi zaman geçirmediğinde kızmak yerine anlayış göstermeli, beraber zaman geçireceğinizde eşinide buna dahil etmelisiniz.
neler oldu ya da olmadı bilmiyorum. ben ikisinin arasında bir şey olmadığını umut etmek istiyorum. umarımda olmamıştır. her ikisinide severim ve üzülmelerini istemem. çünkü böyle bir durum sivimsiz olması bir yana diğer taraftanda olmayacak olaylara gebedir.
cumartesi alışverişe çıktım diye yazmıştım bir önceki yazımda size....
ikea'daydım. bizim orada bir praktiker bir ikea var dekorasyona yönelik, ikea daha büyük olduğundan orayı tercih ettim.
gezdim, dolaştım, alacaklarımı aldım kasaya geldim. inanılmaz bir manzara ile karşılaştım. 15-16 tane vezne var ve hepsinin önünde en az 5 er kişi ben beklerken yan veznede bir adam sadece bir kaç kaba ve bir kaç çiçeğe 600 küsür lira ödeyince aklıma şu geldi.
bizler, en azından bir kısmımız evimiz dekoru için gerçekten fena paralar harcıyoruz. düşünün bir kere....
bende parça parça bu harcama kervanına katıldığımdan sonuçta nereye ne harcadığım çıkacak ortaya sonunda.
ama parasızlık benim şu dekor işi bir sene gibi bir süreye yayılmış durumda bu arada sadece parasızlıkta değil kararsızlıkta var işin içinde....

15 Ağustos 2011 Pazartesi

dekor çalışmalarına devam

bütçe konusunda annem ile ortak olduğumuzdan beri ufak ufak bir şeyler almaya başladım.
cumartesi gidip kendime daha doğrusu odama ayaklı ufak ayna aldım. masamın üzerinde aynam var ama uzak kalıyor ve gerektiğinde makyaj yapmak zor oluyordu. ayrıca gece kitap okuma huyum olduğundan baş ucuma lamba aldım.
halen daha çok ama çok uzun bir yolum var ama şimdilik bu kadarını yapabildim.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

sinema ve internet

son dönem sinema sektörü hem bizde hem dünyada garip bir hal aldı.
filmleri yapmak için büyük paralar harcanırken güvenlikleri göz ardı ediliyor.
son dönemin bir çok büyük yapımı bana göre el altından internet piyasasına dağıtılıyor, filmler gösterime çıkar çıkmaz net'ede düşüyor maalesef, hatta bazen daha film gösterime girmeden izleme olanağına sahip oluyoruz.
bu durum ile bugün bir kez daha karşılaştım. maymunlar cehennemi başlangıç daha geçen hafta gösterime girmiş olmasına rağmen ve üzerinden sadece bir hafta geçmesine rağmen net'e düşmüş.
son dönem yapımlarından kaptan america, harry potter ölüm yadigarları hatta natalie protman'ın daha gösterime girmeyen filmi ekselansları bile net'e düştü.
peki bu durumda kim zarar ediyor sorusu geliyor aklımıza. yapımcı firmalar bu konuyu umursamadıklarına göre sanırım zarara giren izleyiciler oluyor. çünkü gittikleri film için verdikleri para çöpe gidiyor.
ben son dönemde gitmek istediğim pek çok filmi daha haftası dolmadan nette bulduğum için sinema yerine evimin komforunda izliyorum.
evet büyük ekranı ve aynı ses sistemini bulamazsam bile bana yetiyor.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Taj Mahal Indien,



ve işte aşkın dünyada ki en büyük sembolü...
Tac Mahal, Babür İmparatorluğu'nun 6. hükümdarı Şah Cihan (Şah-ı Cihan:Dünyanın Şahı) (1593-1666) tarafından, o zamanki imparatorluğun başkenti olan Hindistan'ın Agra şehrinde, Jumna (Yamuna) Nehri'nin kıyısında yaptırılmıştır. (Babür Şah'ın Hindistan da kurduğu Türk İmparatorluğu, Hindistan'da 332 yıl (1526-1858) egemen oldu.)
Bir isyanı bastırmak için ordularıyla Burhanpur'a giden Şah Cihan'a, dokuz aylık hamile olmasına rağmen her zamanki gibi eşi Mümtaz Mahal (Ercümend Banu Begüm) de eşlik etmişti. Mümtaz Mahal, 14. çocuklarını doğururken öldü.(1631)Şah Cihan, eşinin ölümünden sonra 2 yıl yas tuttu. Artık devlet işlerine ilgisini kaybeden hükümdar, teselliyi sanat ve mimaride buldu. Eşinin ölümünün ertesi yılı 1632'de Tac Mahal'in temeli atıldı.[1]

The Last Samurai- Red Warrior



bu filmi daha vizyona çıkmadan 6 ay önce cd'den izlemiştim. vizyona çıktığında gidip sinemada izledim daha sonrada defalarca izledim. dün can sıkıntısından oturdum tekrar cd'den izledim. deliyim ne yaparsınız işte....
bazı filmler bende tutkudur. son samurayda öyle ama bu filme aşkım tıpkı yukarıda yayınlanan parça gibi müthiş hans zimmer yapıtlarından dolayı. daha öncede söylemiştim büyük bir beğeni ile dinlerim yapıtlarını...
ha bu arada bu filmdeki o mistik havayı ve son derece yakışıklı bir tom cruise'de yabana atmamak lazım.
ve bence içinde seks olmayan en seksi sahneye'de sahip hani şu taka'nın nate'e zırh giydirdiği sahne gerçekten müthiş.....
ama size tavsiye bu parçayı dinlerken gözlerinizi kapatın ve içinizde hissederek dinleyin.

Secret Garden - Nocturne




nerden çıktı bu demeyin sakın. acayip gribim, işteyim ve şu anda evde yatağımda bu şarkıyı dinlerken uyumayı çok ama çok isterdim.

5 Ağustos 2011 Cuma

neden en çok canımızı yakanı en kolay affederiz.
en çok canımızı annemiz, babamız ya da kardeşlerimiz yakar ama biz ne olursa olsun onları affederiz.
benle alakalı bir olaydan yola çıkmadım bu sefer okuyucularım meraklanmasın bu sefer ki olayın benle bir alakası yok çünkü ben dışarıdan affetmiş gibi gözüksemde içimden asla affetmem.
bir hafta kadar önce bir arkadaşımın canı en çok sevdiklerinden biri olan kardeşi tarafından yakıldı. inanılmaz hakaretler, inanılmaz sözler işitti. ağlamaktan göz pınarları kurudu desem yeridir. ama....
bu sabah facebook'ta birbirlerine yazdıklarını gördüm. affetmiş, unutmamış ama affetmiştir diye düşündüm. belki de unutmuştur.
ben unutmazdım. belki affederdim. ama asla unutmazdım. mesela babamı asla affetmedim ama o bunu asla bilmeyecek. annemi çoğu zaman affederim çünkü duvarlarını yıkamadığını bilirim. ama söz konusu olan kardeşlerim bile olsa affetsem bile asla unutmam yıllarca içimde saklar canımı acıttıkları o anları asla unutmam, unutamam. başıma hiç gelmedi belki bundan bilmiyorum. çok şey yaşadık kavgalarımızda oldu olmadı değil ama en fazla bir gün küs kalırız ve kavga ederken asla birbirimize pişman olacağımız hakaretler, küfürler ya da sözler söylemeyiz.
ama bazen o küçük kavgalarda bile incinirim yada incitirim ama asla unutmam.
bir kere bile olsun bırak küfüretmeyi seslerini bile yükseltmediler, kırmadılar, dökmediler bilirler beni içime yara yaptığımı, üzerimdeki yükü.
belki bu yüzden anlamıyorum. söylenen onca sözden sonra bu kadar dolay affetmeyi.

4 Ağustos 2011 Perşembe

teşekkürler

buradan türk anime'ye çok ama çok teşekkür ederim.
kendileri harika bir site olmalarının yanısına benim gibi klasikleşmiş bazı animelere meraklı biri için sonradan bulunan ama kaybedilmek istenmeyen bir site oldular.
sihirli şovalyeler gibi benim için çok ama çok önemli bir animeyi yayınlayarak harika bir iş çıkardılar. özellikle son bölümlerini daha önce netten bulup izleyemeyen ben için harika bir olay oldu.

3 Ağustos 2011 Çarşamba

YETER

gene siyasete dalacağım tepe taklak. çünkü anlamıyorum. olanları kafam almıyor, ne yapılmak isteniyor onuda anlamıyorum.
ordu parçalanıyor. her noktasına inanılmaz darbeler indiriliyor. her noktası haklı veya haksız suçlamalar ile karşı karşıya geliniyor.
son 10 günde neler olduğunu farkettinizmi. 10 veya 15 gün önce 13 can gitti. arkasından kesilmeyen saldırılarla bir o kadar daha gitti. iki gün önce 3 can ve bir anda askeri kademenin üst noktası hiç beklenmeyen bir suçlama ile karşı karşıya gelip istifa ettirildi.
gündem bir anda değişti. şehitler dökülen kan unutuldu.
kandırılıyoruz. manupule ediliyoruz. düşüncemiz hükümet ve yayın kuruluşları tarafından başka bir noktaya odaklanıyor. unutuyoruz...
hal böyle oluncada başkanın adamları diye bir film vardı, de niro'nun sanırım, amerikan başkanının kıçını kurtarmak için olmayan bir savaş yaratarak halkı kandırmışlardı. bizim ki de o hesap
biz kürt açılımı diye çığırtkanlık yaptık ettiğimiz lafları geri alamayız diye düşünüp manupule ediliyor gerçekler.
bir zamanlar ordusu ile gurur duyan bu halk şimdi ordunun baş düşmanı oldu. gerçekten yapıldımı yapılmadımı bu şerefsizlikler bilmiyorum. yapıldıysada cezalarını hakediyorlar ama bunun bedelini bize ödetmeye hakları yok .
bizim içimizdeki ordu, asker sevgisi öldürülüyor. bu sabah hatta dünden bu yana yaş'ın fotoğrafları var gazetede başbakanın tek başına başında oturduğu o fotoğraflar....
zaten anlamadığım bir şey var. o toplantıya neden başbakan katılıyor hatta yönetiyor. bu ülkenin baş komutanı cumhurbaşkanı değilmi hal böyleyken onun orada yer alması gerekmezmi. sorular sorular daha fazla....
kendi yaptıkları çalma, çırpmayı göz ardı eden zihniyet ordunun içindeki çalma, çırpmayı engellemek için başına geçti. çünkü bu ülkede onların karşısına dikilme cesaretini gösteren oluşum orduydu. dışarıdan deviremeyeceklerini bildiklerinden içinden yıktılar. oda yetmedi kendi adamlarını getirdi. madem bu kadar ileri gidecektiniz madem kendi dediğimiz olsun diyecektiniz.
madem teröristlerin ekmeğine yağ sürecektiniz. orduya lav edin gitsin.
onları yerlerde sürümek yerine yok edin ki ben ülkem tehlike altında olduğu zamanlar aklımda milyonlarca soru ile kalmak yerine direk ben vatanımı kendim korurum diyebileyim. acabalarım olmasın, benim yerime bir asker değil ben öleyim. kimseyi bu vatanı korumak için zorunlu tutmayayım ben kendi vatanımı kendim savunayım.
bu vatan için öleyim. ama benim atalarım olan osmanlılardan gelen, atatürk'ün bir çok büyük şahsiyetle birlikte yücelttiği orduma dokunmayın.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

El-Hamra Sarayı'nın Mimarisi



farkettim ki size gitmek görmek istediğim yerleri gösteriyorum. el hamra sarayıda bunlardan biri. endülüs emevi mimarisinin bize en büyük hediyesi. ne zaman el hamra ile ilgili bir şey görsem kafamda hep o dönemi canlandırmaya uğraşırdım. orada yaşayan insanları ve sarayın ihtişamını..
sonra philippa gregory'nin mahkum prenses kitabını okudum. kral henry'nin ilk eşi ispanyol kraliçe kahtrine'nin çocukluğunun bir kısmı burada geçmiş ve kathrine el hamra'yı o kadar güzel anlaşmışki (yazarın sözleri ile dile gelerek) şimdi ne zaman o kitabı okusam yada el hamra'yı görsem aklıma hemen yemyeşil rengarenk bahçeler, etrafta uçuşan ipekler,tüller. havada hem çiçek hem baharat kokusu gelir. cıvıl cıvıl kuş seslerini ve el hamra'nın çeşmelerinide unutmamak lazım....

29 Temmuz 2011 Cuma

Isle of Skye - Impressions -Dunvegan Castle- Flora MacDonald



ve işte muhteşem mimariye sahip dunvegan castel'ın içi... beni öldüğümde buraya gömebilecek bir babayiğit varsa sonsuza kadar kendisine duacı olurum.

ve ilgilenen olursa tüm bu mekanı görmek isteyeniniz olursa diye dunvegan castle'ın resmi web sitesi bu tarihi yapıt şu anda hotel olarak hizmet vermektedir.

www.dunvegancastle.com

Scotland. Dunvegan Castle.



insan can sıkıntısından neler yapacağını şaşırıyor.
gene iskoçya damarım tuttu. çok sevdiğim kuzey iskoçyadan skye adasından dunvegan casteldan size görüntüler getirdim.
umarım benim kadar seversiniz
bu dunvegan castel'ın dışı bir sonraki başlıktada içini görecekseniz

28 Temmuz 2011 Perşembe

kafayı kanvas tablolarla yemek üzereyim
neden mi ?
evin eşya işini bitirdim süslemesi kaldı dedimya işte o yüzden
ucuz fiyat veren sitelerde istediklerim yok, diğerlerindede fiyatlar çok yüksek...
canvasları seviyorum onların o canlı halleri çok hoşuma gidiyor ama delirmek üzereyim nerdeyse evin her yerine asılacak resimler için bir mobilya parası harcamam gerekecek bunada uyuz oluyorum
ve tabii anneme yalan söylemek zorunda kalacağım bu beni daha da deli ediyor
kadına nasıl derim bir resme 100 tl verdim diye öldürür beni ama ne yapayım olsun bitsin istiyorum....

27 Temmuz 2011 Çarşamba

bir garip ben

cem yılmaz bir parodisinde reankasnasyona inananları tiye almıştı ama ben bazen kendimden şüphelenmiyor değilim.
düşünüyorum yaşadığım yere, aileme, arkadaşlarıma göre farklı zevklere sahibim
daha öncede karaladıydım böyle saçmalıklar ama şimdi nereden geldi aklıma derseniz bilmem bu ara fazlaca cem yılmaz takıldım ondandır.
dur araya gireyim hemen, geçen gün can sıkıntısından cem yılmaz'ın borusan senfoni ile verdiği konseri seğrettim. kelimenin tam manası ile bir klasik müzik ziyafeti olsada ki orada olup canlı izlemek için ölebilirdim. parodileri beni kopardı. hayatınızda kaç tane adam tanıyorsunuz klasik müzik dinlerken sizi güldürebilecek hatta bu konuda yaptığı espiriler ile bakış açınızı değiştirecek cem yılmaz acayip biri ve gerçekten çok başarılı bir performanstı. ha bu arada elinde dabruka ile burs isteyen elemanda öldürdü beni.
parçalar süperdi. yalnış hatırlamıyorsam mozart'ın 25. senfonisini bir dabruka grubu ile çaldılar ki son derece başarılıydırlar.
klasik müzik, resim, heykel, kaliteli ve pahalı mekanları seven ben bir tek kıyafetler konusunda anlaşamıyorum kendim ile ama onun dışında param yettiğince pahalı zevklerim var. işte bu yüzden daha önce bir yaşantım varmıydı diye merak ediyorum ara ara.
bu aralar her gün magnum yiyoruz sürekli tekne yarışmasına katılıyoruz. karar verdim eğerki kazanırsam tekneyi satıp işten çıkıp hayatın tadına bakıcam tabii şimdilik bir hayal....
yazının başı ile sonu bir alaka içersinde olmadı kusura bakmayın bir elimde magnum karadut böğürtlen varken yazmakta epey zor şimdide gidip yarışmaya katılmam lazım sonra görüşürüz.

22 Temmuz 2011 Cuma

öylesine

profilimde yazdıklarıma takıldı gözüm
belirli bir cümleye
ailem vazgeçilmezimdir demişim
bu kelimeyi okuyunca düşündüm yalan söylemişim diye geçirdim içimden
hayır yalanda değil ama canımın acısı ailemin tamamından olmasada bir kısmından yani babamdan vazgeçirmiş beni
sabah sabah gene kusucam içimdekileri size, kötü olanları saklamak istemiyorum
bazen ben mi kötüyüm diye düşünüyorum bilmiyorum asla da bilmeyeceğim
ama farkettim ki buraya yazmaya başladığım noktadan bu ana kadar bir çok kez yalan söylemişim
yok yalan söylemek değilde sözünde duramamak demek daha doğru olur
mesela buraya yazmaya başladığımda kilo verme maceramı yazacaktım ama beceremedim, sonra ailemi seviyorum dedim ama babamın canımı yaktığı her saniyeyi ve ondan vazgeçişimi anlattım,
yapmak istediklerimi yazdım, çoğunu yapamadım..
liste böyle uzayıp gidiyor
son zamanlarda farkettiğim başka bir şeyde sağlık sorunlarımı hep göz ardı ettiğim malum regli sorunum hala devam ediyor ve ben hala adam gibi bir doktor bulamadığım için bu konuda tamamen sermiş bulunuyorum kendimi, sanırım regli olmamak bunu akıldan çıkarmak çok güzel geliyor ama diğer taraftan yarın öbürgün daha büyük sorunlar yaşayacağımı düşünemiyorum.
diğer taraftan beynimle ilgili bir sorunum var kekelemeye başladım, bazen kelimeleri doğru kuramıyorum, algıda sıkıntım var ama tüm bunları buradan itiraf edebiliyorum sadece doktora gitmek konusu bana neden bu kadar itici geliyor bilemiyorum
duyma sorunumda oluşmaya başladı ama onun sebebi sanırım çok fazla kulaklık kullanmaktan hem mp3 dinlemeyi seviyorum hemde işyerinde bir şeyleri izlerken sürekli kulaklık takıyorum normalde kulaklarım sürekli temizken bu aralar aşırı kirleniyor
biliyorum sizi duyar gibiyim bu kadar sorunum varken neden doktora gitmiyorum inanın fırsat bulamıyorum belki oda değil aman bilmiyorum işte yapamıyorum bir türlü...
kısacası kendime verdiğim sözleri pek tutamıyorum....

18 Temmuz 2011 Pazartesi

mis gibi çörek kokusu

bu sabah iş yerine gelirken bir fırının önünden geçtik. her sabah geçiyoruz aslında ama bu sabah aldığım koku beni anılara geçmişe götürdü.
rahmetli anneannemle yaptığımız çöğrekler geldi aklıma. köyde bulunan evimizin alt katında derme çatma eski koca bir toprak fırının olduğu bir mutfağımız var. yıkık dökükte olsa halen duruyor. çocukluğum köydeki günlerimin ilk uyanış saatleri hep orada geçerdi. anneannem alışkanlıktan erkenden kalkar mutfağa gider kahvaltılık yapardı bazende orada uyurdu çünkü evin en serin yeri orasıydı. benda uyandımmı hemen onun yanına giderdim onunla uyur yada kahvaltı hazırlardık.
kimi zamanda özel günlerde köyde adettir. çörek pişirilik. işte bu sabah o mis gibi çöreklerin kokusu tadı geldi aklıma.
rahmetli'nin kocaman bir hamur teknesi vardı. tepeleme hamur karılır sonra küçük küçük parçalara ayrılır ve ocakta kızgın tavada pişirilirdi. annemde arada evde yapar ama ne bileyim hiç onun tadı kokusu gibi olmaz...
küçük hamurlar yağın içine girince büyür ve altın sarısında kırmızıya kadar farklı bir renk yolculuğuna başlar, en sonundada annenemin kocaman hamur şişi ile tavada toplanır konu komşuya dağıtılır gerisinide özellikle ben taze köy peyniri ile mideme indirirdim.
zaten ilk çıkan tavadan sıcacık alıp yemezsem olmazdı. ellerim, ağzım yanardı ama genede vazgeçmezdim...
hey gidi günler...
o ev o eski anılarla dolu güzel ev bakımsızlıktan yıkılıyor. 6 kardeş bir türlü ortak bir noktada buluşamadıkları için doğdukları büyüdükleri ev her gün biraz daha yok oluyor.
oradan bana kalan tek şey daha öncede yazdığım gibi bakır eski bir güğüm annenemden hatıra kalan diğer parçalar ise tahta bir yayık ve annenemin giydiği çarşafı...

15 Temmuz 2011 Cuma

canımız canlarına fedadır

yazmak istedim bu sabah ama kelimeleri hizaya dizmek, içimdeki öfkeyi düzgün kelimelerle ifade etmek çok zor.
barış dediler bir anlaşma imzaladılar, kardeşiz dediler toprağın üzerine dökülen mehmetçiğimizin canını, kanını aldılar.
canımız gene yandı, 13 ocak söndü, acıları acımız oldu ne kadar olabiliyorsa.
olmaz mümkün değil, onların çektiği acıyı bilemeyiz, canlarını yakan kaybı, öfkeyi, ızdırabı bilemeyiz.
onlara diyemem intikamınız alınacak kanınız yerde kalmayacak
onlardan öncekilerin kaldı çünkü, barış uğruna hesapta karşılıklı can verilmemesi uğruna yapılan o anlaşma ile hepsinin kanının üzerine bir çizik atıldı.
bu gün analar, babalar, eşler,kardeşler ağlıyor büyüklerimiz ise aptalca toplantılar yaparak, barış naraları atarak ortalarda dolanıyor.
hani barış nerede sorarım size ben görmüyorum. bu ülkenin verdiği her canın hesabı sorulmadan yaşamak bize haramken barış diye bağıranlar yerlere göklere sığdırılamadı.
şimdi televizyonlarda ağlak bir surat ile üzüntülerini gösteriyorlar ne oldu, nerdeydi aklınız o zaman, o zaman dökülen kanlar bizim değilmiydi.
kürt-türk sorununu bitirecez diye bir kaç oy alabilmek adına harcamadınızmı onları, kanlarının bedeli olarak korudukları vatan toprağını peşkeş çekmeye kalkmadınızmı
alın işte size barış ama bedeli kan olan bir barış...
allah hepsine rahmet eylesin, ailelerinin başı sağolsun, bilsinlerki oğulları bu vatan uğruna can vermiştir. canımız canlarına fedadır.

13 Temmuz 2011 Çarşamba

dayımlar gelirken ayaklarını sürtüler galiba onların gitmelerinin ardından iki gündür bizde misafir eksik olmadı.
üçgündür kesintisiz yemek takılıyoruz, misafirler için gırla yemekler yapıldı oda yetmedi poaçası, keki, kurabiyesi doldu taştı....
bu gün gelen olmadı daha ama kısmet bakalım ayağını sürüyen ne kadar sürüdü akşama daha vakit var.
bu arada yeni eve taşınmanın güzel tarafı her gelen bir şeyler getiriyor eli boş gelen yok süper oluyor gerçi benim istediğim tarzda hani böyle süs eşyası olarak kullanılacak pek bir şey yok ama olsun gelende sağolsunlar...

11 Temmuz 2011 Pazartesi

yorgunum, yorgunlar, hepimiz dökülüyoruz....

hafta sonu neler oldu.
bir kere bütün program bozuldu çünkü dayımlar önce düğün evine gittiler oradanda dayımın kızına geçtiler orada kaldılar.
zaten günüm berbat oldu. erken çıkamadım. bir sürü iş birikti. hatta çabuk eve gidip onları beklemek için bir sürü taksi parası vermeme rağmen program bozuldu.
pazar sabahı ne varsa saat 6'da uyandım. dön dur, müzik dinle, kitap oku yok uyuyamadım. 9 gibi kalktık. kahvaltı ettik. tam o esnada dayımlar aradı. gelin bizi alın diye. beş dakikada hemen gittik aldık geldik. kısa bir sohbetten sonra attık kendimizi yollara.
ama bir şey diyeyimmi bu istanbulda arabasızlıkta problem arabada, park yeri bulmak gerçekten çok büyük sorun. önce eyüp camii'ne gittik. teyzemde sürpriz olarak gelmiş, annemle cami dolaşmak istediler eyüp'e götürdük. oradan da dayım boğazı görelim dedi. karaköy, beşiktaş,ortaköy,bebek'e kadar gittik ve ancak sadece bir yerde park yeri bulabildik.
aslında deniz turu yapacaktık ama babamın deniz korkusu var o yüzden karadan gittik. dayımın ne kadar içine sindi bilmiyorum. ama bir daha ki geldiklerinde artık beraber yaparız o turu. bebekten sarıyer'e gitmeden istinye parkın önünden çıktık. sultanahmet camii'ne gittik. annemler namaz kıldı. biz dışarda oturduk, yemek yedik, ayasofyaya gittik. 7 de yeğenimin düğünü başlayacağı için 4 gibi eve döndük. tabii benim küçük yeğenime sözüm olduğu için annemi, babamı, dayımı ve teyzemi eve postaladım. ben, kardeşim, yengem ve iki yeğenim forum istanbula turkazoo'ya gittik. yeğenime sözüm vardı istanbula geldiklerinde götüreceğime dair unutmamış bende kıramadım.
gerçi biraz tuzlu oldu. kişi başı 25 lira gibi bir ücret ödememize rağmen çokta beklediğimiz gibi çıkmadı. evet balıklar var hatta köpek balıkları var hatta 80 mt'lik bir tünelle geziyorsunuz ama açıkçası yıllar evvel gülhane hayvanat bahçesi iken içinde bulunan akvaryumdan pek farklı gelmedi görüntüsü verdiğimiz paraya deymedi açıkçası...
oradan çıktık ha bu arada küçük yeğenime istanbul hatırası aldım çok sevindi. zaten bir hediye alacaktım aradan çıktı.
forumda alışveriş yaptık. sonrada madoya gidip soğuk milkshake'lerimizi yudumladık. apar topar eve geldik. çünkü geç kalmıştık. bir yandan giyindik bir yandan makyaj yaptık. 8,15 gibi düğüne gittik. aslında kızlar ve ben gitmek istemiyorduk. ama dayım mecbur bıraktı. orada dayıları, amcaları, yengeleri, çocukları kim varsa gördük. bir aralar dayıma kaçalım biz diye takıldık ama izin vermedi.
eve gelmemiz 11 i geçti. üzerimizi çıkartmamız, makyajımızı temizlememiz kimimizin yemek yemesi, kimimizin duş alması sayesinde saati 12 yaptık. büyük yeğenim benim dvd'leri görünce avatarı izlemek istedi bursada izleyememiş dvd'sinide almamış. 12 den sonra mısır patlattık. oturduk dvd izledik. film bittiğinde saat 2:30'du. tabii bir de evde 10 kişi olunca yatak sorunu oluştu. kardeşlerim kendi odalarında kaldılar, babam benim odamda kaldı, yengem ile dayım annemlerin yatak odasında yattı. ben, annem, teyzem ve iki yeğenim salonda kimimiz çekyatlarda kimimiz yer yataklarında yattık. ama ben hem yatağı yadırgamaktan hem de salonda bulunan saatin tiktaklarından sabahı sabah ettim. tam dalmışım annem dürttü. horluyorsun dedi. kızlar uyanacak. bende dürtünce saatte baktım acaba uyuyamı kaldım diye meğerse derdi horlamammış. alışık olmadığın bir yerde ve alışık olmadığın bir pozisyonda yatınca horlama kaçınılmaz oluyor.
neyse kısacası 10 dakikalık bir uyku ile ayaktayım bugün. misafirlerimiz sabah ben çıktıktan sonra gitmişler az önce aradım iyi yolculuklar diledim. şimdi tek beklentim bir an önce akşam olsada eve gitsem ve yatsam.
ha bu arada yeni misafirler var ama umarım gece kalmazlar da gerçi kasımpaşada oturduklarından gece yatıya kalmazlar ama akşam yemeğine felan kalırlarsa gene 12'leriz gibime geliyor bu gece de yatar benim uyku işi oysa ben eve gidip yemek yeyip hemen yatmak istiyorum. şu anki planım bu...
ha bu arada gelenler annemin rahmetli en büyük amcasının eşi ve kızı başka kim gelir bilmiyorum. bu tarafta işleri olduğunu gelmişken görmek istediklerini söylemişler ama yengemin pek adeti değildir gelmek bakalım mevzu ne annemden akşama haberleri alırım artık....
uyuyorum
uyanığım ama beyin uyuyor
o uyandığı zaman hafta sonu faaliyetlerini yazarım....

9 Temmuz 2011 Cumartesi

ben hala bekarken dayımın 20 yaşındaki torunu yarın akşam evleniyor.
aklına şaşayım ne diyim kendi yapan kendi bulur
umarım hayırlısı olur genede üzülmesini istemem ama biraz erken gibi geldi bana yada benim yaş ilerlediğinden bana öyle geliyor.
neyse misafirlerim var bu hafta sonu...
bursadan annemin teyzesinin çocukları düğün için gelecek. kısacası dayımlar geliyor. ikinci hatta üçüncü derece akraba olsak bile her zaman bizi ağırlamış başlarının üzerinde misafir etmişlerdir. iki kızları var biri lise öğrencisi biri ilk okul. ilk okulda olan tam bir cimcime özledim onu...
ona sözüm var forum isanbuldaki akvaryuma götüreceğim. biraz masraflı bir haftasonu olacak ama olsun en azından bende mana ile akvaryumu görmüş olacağım.
yarın büyük ihtimak gezip tozarız sonrada akşam düğüne gideriz.
ben bugün erken çıkacağım işten eve gidip anneme yardım etmem ve misafirleri karşılamam lazım pazartesi neler yaptığımı anlatırım.
by canlar

5 Temmuz 2011 Salı

Toprak & Cinar ♥ Bir Tek Kadin (Adam) Sevdim "Yeni"



lale devri dizisini çok severek takip ettiğimi biliyorsunuz. hem bu diziden bölümler içeren bu videoyu sizinle paylaşmak istedim hem de bu videoya emek veren mühürlü gözler seval'ede teşekkür etmek istedim. gerçekten büyük emek vererek çok güzel bir video hazırlamış.
selami şahin ve burcu güneş'ede müthiş parçaları için teşekkür ederim.
eğer bir gün evlenirsem düğünümdeki açılış parçası brain adams'tan everting ı do, ı do it for you olacaktı ama şimdi seval sayesinde bu şarkıyı tekrar keşfedince fikrimi tamamen değiştirdim.

ah optimus ah

çocukken her şey basittir. aşk ta basittir. ne ye kime aşık olduğunuzun pek önemi yoktur.
bende küçükken optimus'a aşıktım. robot mobot ama harika biriydi. çocuk aklı işte.
transformers'taki autobotların liderinden bahsediyorum. optimus prime, prime'ların sonuncusu ve bence en harikası...
bir çizgi roman ile girdi hayatımıza, sonra çizgi filmi ile çocukluğumun en inanılmaz maceralarından biri oldu. bir kaç yıl önce önce transformers'ın ilk filmi geldi, ardından 2.transformers yenilerin intikamı geldi. ve son olarak ta 3. transformers ayın karanlık yüzü geldi.
ilk ikisini evde izlemiştim ama sonuncu olan ayın karanlık yüzünü istinye park'ta imax 3d olarak izledim. evet imax'ti ama 3d'si dijital olduğundan açıkçası 3 boyut keyfi vermedi ama autobotları ve optimusu görmek gerçekten çok güzeldi. uzun zamandır merakla bekliyordum ve sonunda izledim. çok beğendim. autobotlar muhteşemdi hatta araba halleri bile muhteşemdi. hikaye süperdi ki beni bile tuzağa düşürdü. ama final muhteşemdi. hani utanmasam salonda yerimden kalkıp optimus optimus diye bağıracaktım. ama süzüldüm büzüldüm oturdum yerime...
hatta (valla yazılışını bilmiyorum o yüzden kusuruma bakmayın okunduğu gibi yazıyorum) ayrınhayd öldüğünde ben bile çok üzüldüm.
işte tranformers sevmek böyle bir şey
ben her zaman bir aoturbot'um ve dicepticanlardan hep nefret ederim.
sonuna dayir ipucu megatrondan sonunda kurtulduk. hepimize hayırlı uğurlu olsun. bir daha asla geri dönemez....
yaşasın optimus prime

4 Temmuz 2011 Pazartesi

bir hafta aradan sonra kendi yerime döndüm sonunda
insanın kendi yeri gibisi yokmuş anladım
kırık dökük eski meski ama kendi laptobumu bile özlemişim

23 Haziran 2011 Perşembe

sünnet=regl

bu akşam bir arkadaşımın oğullarının sünnet kınası, pazar günüde sünnet düğünü var.
geçen yıl bir haber vardı. hem gazetelere hem de ekranlara yansımış,
bir kadın kendi kızının kadınlığa ilk adım atışı olan ilk regli oluşunu kutluyordu. haberden hatırladıllarım aklımda kalan basit bir cümle.
madem bir erkeğin sünnet olarak ilk erkekliğe adım atışını şaşalı tantanalı bir şekilde kutluyoruz neden bir kızın kadın olduğu ilk adımı kutlamıyoruz. işte kadın bundan yola çıkarak bir düğün salonunda parti vermişti kızı için bencede yerinde bir karardı.
ama bir çok insana son derece saçma geldiği muhakkak. çünkü biz allahın bize sunduğu bu nimeti kutlamak yerine ondan utanmayı öğrenmişiz. allah bize muayyen günlerimizde rahat etmemiz için bazı eylemleri yasaklamış. ama biz kirlenmek gibi bir başlığın altına sıkıştırmışız ve kendimizi öyle bir soyutlamışız ki bu konudan aklımızdan kalan tek kelime kirlenmek olmuş.
pismişiz gibi algılamışız.
bir çok şekilde tanımlarınız o günler halam geldi, regl, adet görmek ve elbette kirlenmek, bunlardan sadece benim bildiğim bir kaçı ama bunların arasında aklımda kalan en çok beni yaralayan kirlenmek, eskiler öyle dermiş annem de öyle derdi.
oysa bu dünyada ki en büyük nimetin bize verildiğinin göstergesi, kadın olmanın, anne olmanın ilk adımı. allah bize bu özelliği verirken aynı zamanda bu süreci rahat geçirmemiz için yasaklar getirmiş en basiti mesela oruç tutmamız yasak çünkü zaten güçten düşmüş oluyoruz birde oruç tutarsak iyice güçten düşeceğiz ama bunlar bile bazı bağnazlar tarafından kirli olduğun için tutamazsın temizlenmeden olmaz şeklinde yorumlanmış.
kirlenmekten bu kadar nefret ettiğim bir süreç olmadı. oysa reklamda dediği gibi kirlenmek bazen güzeldir.
ve sonuç olarak kadın en kutsal hali ile bile ikinci sınıf vatandaş olmuş. kirli, utanılacak, günah işleyen bir varlık. allahın kulunun her ay günah işlemesini biyolojik olarak sağlaması fikri bana saçma "ki aşa böyle bir şey olmaz" gelsede insanların fikrini değiştirmek gerçekten zor.
keşke bende o güne geri dönüp o anı kutlayabilseydim. keşke ben utanmak yerine bunu sevinç çığlıkları ile eğlenerek kutlayabilseydim.
bana nasip olmadı ama umarım başkalarına olur....

21 Haziran 2011 Salı

dün akşam televizyonda cazip bir şeyler olmadığı için kardeşim ile beraber dvd izledik.
sinemada seğretmeme rağmen eclips'in dvd'sini almıştım. malum koleksiyon yapıyorum. ama aldıktan sonra bırakın izlemeyi bandajını açacak vaktim olmadı. ama dün akşam izledim. ve izlerken farkettim ki....
her kitabın hikayesini o kadar uzak ara çekip yayınlamışlar ki eskisi gibi heyecan duymuyorum. merak uyandırmıyor bende. belki kitabını okuduğumdan kitaptaki detayları görememenin verdiği histen bilmiyorum ama bütün ilgimi kaybettim. şimdi hissettiğim tek şey bir an önce son iki bölüm yayınlansada şu tantana bitsede kurtulsak...
ama filmine duyduğum bu ilgisizliğe rağmen en az 5 er kere okuduğum kitapları hala büyük bir merak ve açlıkla okuyorum. her repliği her mekanı gözümün önünde canlandırmak muhteşem bir keyif oluyor. sonra film ile karşılaştırma yapıyorum. şu sahneler kitaptaki gibi olsaydı daha güzel olurdu gibisinden.
ama o eski heyecan yok. baktım eski edward'da yok sadece replikler aynı ama görüntü klas yok artık.
neyse bu sabahlıkta bu kadar sonra görüşürüz.

20 Haziran 2011 Pazartesi

sonunda bitti sonunda eve alınacak her şey bitti.
ben kurtuldum.
siz kurtuldunuz.
hepimize hayırlı uğurlu olsun.
ufak tefekler kaldı oda önemli değil. fırsat oldukça alırım.

bu arada kredi kartı tarihinde böyle bir tavan görmemiştir. kesinlikle tavan yaptı....

16 Haziran 2011 Perşembe

az önce bloğa koyduğum yazılara baktım şöyle bir. şizonun soz yazdığını okuyunca geçmişe bakmak geldi aklıma. aslında çoğunu hatırlıyorum. ama son dönemdekilere baktım. gerçekten saçmalamışım.
farkettim ki hayatımın merkezine o an neyi koyuyorsam en çok onu yazıyorum.
bir dönem kitaplar olmuş, filmler olmuş, ailem olmuş, babam olmuş son olarakta filmlere ve daha beteri türk dizilerine dalmışım.
farkettim ki kavgalar, gürültüler, taşınma derken hayatım sosyal manada gerçekten çökmüş. uzun zamandır dışarı çıkmamışım gezmek kafa dağıtmak için, uzun zamandır bir yerde oturup bir kahve bile içmemişim.
dışarı çıktığımda hep işimi halledip koşturarak eve geri gelmişim son dönemde zamanımı hep ev almış. mobilyacılar sayesinde hala da almakta. dün son mobilyalarda geldi ama küçük olan olmadı yarın sabah işten izin alıp birde mobilyacıya gideceğim umarım çabuk biter işim ve bir an önce dönerim.
neyse fazla dalmayayım o mevzulara. faydalarıda oldu. eski mahalleden uzaklaşınca kardeşlerim daha fazla evde vakit geçirmeye başladılar. ayrı odalarda olsakta daha fazla bir arada olmaya başladık.
hayatımın düzenini oturtmam lazım. dışarda vakit geçirmeyi özledim.
arnavutköyden her geçen gün daha fazla nefret ediyorum. neden derseniz 10 dakikalık bir iş için bile en az yarım gün izin almam gerekiyor. buradan istanbula gitmesi 1 saat dönmesi 1 saat, cumartesi eve gitmem genelde akşam 7'yi buluyor. bu ev tantanası bana burada olmanın neler kaybettirdiğini farkettirdi. zaman
eğer eski yerimde olsaydım. bir çok işimi gündüz bankaya çıktığımda bile yapabilecektim. 10 dakika ayıracak ve bütün sorunları bitirecektim. ama olmuyor.
yaz geldi. ama ben hala kaybediyor olduğum zamanı telafi edemiyorum. nasıl yapacağımıda bilemiyorum. hayatımı bir güne sığdırmaya çalışıyorum ki bu da çok ama çok zor....
şu anda size farklı bir şey yazamıyorum maalesef umarım en kısa sürede bu sorunun üzerinden gelirim yoksa gerçekten yandık ki ne yandık

15 Haziran 2011 Çarşamba

dizi sezonu sona eriyor

bilindiği gibi ülkemizde dizi sezonu sona eriyor. yavaş yavaş bir bir diziler ya sezon finali yapıyor yada bitiyor. hal böyle oluncada ve tabii ki bizde her oyuncu tatil moduna girdiğinden midir nedir güzel bir yaz dizisi sezonu olmayacağından yaz nasıl geçecek bilmiyorum. şu anda tek beklentim yabancı diziler doğrultusunda onların bizim aksimize sezonları pek yok. kışında yazında güzel diziler var.
true blood on güne kadar yeni sezona başlayacak bir kaç tanede yeni dizi gelir sezonu bitiririz. ama yerli sektör ne olacak bilmem akşamları can sıkıntısı sendromu beni bekliyor. dvd'lere saracaz galiba....

8 Haziran 2011 Çarşamba






kendimi tutamadım gene


biliyorsunuz diziler sezon sonuna geldi. hem yerli hem yabancı izlediğim bir çok dizi sezon finali yaptı. hal böyle oluncada nette izlenecek pek bir şey kalmadı.
sinema filmide pek gelmiyor bu aralar


bu yüzden çok ama çok sevdiğim benim için çok özel bir film olan (ki ben bu filmde brat pitt'e bir kerem daha aşık olmuştum) ihtiras rüzgarlarını izledim. halen daha gazete küpürünü ve biletin bende kalan nüshasını saklarım. (ilk aşık olduğum filmi vampirle söyleşiydi)


ama nasıl aşık olunmazki bence çektiği en güzel filmdi. tabii troy'a kadar ki o filmdede muhteşem ötesi olduğunu söyleyebilirim.


adam nerdeyse 50sine geldi hala muhteşem etkilenmemek elde değil.




bkz ihtiras rüzgarların bir poz. (bir adama uzun saç ancak bu kadar yakışır)



bkz. troy (yaktı geçti)




hayatımda bir dönemeci daha aştım. yavaş yavaş düzene giriyor herşey.
ama hala kafamın karışık olduğu noktalar var. hala aidiyet sıkıntısı, benlik sıkıntısı çekiyorum.
hala yaşamdan yeterli derecede zevk alamıyorum. kendime bir yaşam sebebi bulmam lazım.
aşk bu saatten sonra sadece kafamı allak bullak eder beni liseli bir aptala çevirir ama doğru adamı bekleme tutkum ki varsa hala devam ediyor.
filizi dinleyip yogaya gitsem diyorum onada henüz hazır hissetmiyorum kendimi, ya gaza gelip gidicem yada kendimce mazeretim olan oraya kadar nasıl gidicem uzun yol yada bir pazarım var nasıl olacak.... aslında hayal kırıklığı olmasından çekiniyorum galiba ya işe yaramazsa diye düşünüyorum.
resime tekrar başlasammı diye düşünüyorum artık yerim uygun en azından yaz için kışa doğruda bahçeyi kış bahçesi formatına çevirirsem kışında kullanabilirim.
ama biraz paraya ihtiyacım var ve şu anda hiç pram kalmadı. halime bakınca ağlayasım geliyor sokağa çıkmak için bile param kalmadı. annemden destek alıyorum. taksitler ilk bir kaç ay zorlayacak beni çünkü geriden gelen kendi ödemelerimde vardı. annemden destek aldığım içinde fazla harcayamıyorum.
acayibim farkındayım buraya bir günlük gibi yazıyorum. kafamdakini içimdekini sizde bana katlanıyorsunuz sağolun.

6 Haziran 2011 Pazartesi

hafta sonu etkinlikleri

cumartesi akşamı sinir katsayımı zıplatan bir lale devri izledim. izlerken annem babam evde olmayaydı. allah senin belanı versin çınar diye çığlıklar atıp akabinde ağzımdan daha beterleri çıkacaktı. toprağımızı ağlattın ya harbiden belayı hakettin. ama neyse paşam peşinden gidip getirecek kızı buda bir şeydir. ürgüpte süper çekimler olmuş havadisler o yönde umarım öyledir.

pazar gününü sokaklarda geçirdim. millet güneşi görmüş pikniğe çıkmış bizde saygıdeğer babam sayesinde küçükçekmece beşiktaş sahil hattında araba içinde güneşlendik 3 saat. insanın arabası olması bazı durumlarda gerçekten çekilmez. bazı yerde yemek yiyecek bir yer bulamadık. bazısında da arabayı bırakacak yer araba ile gezdik geldik.
ama beklediğim haber akşam geldiğinden ki o haber fatmagülün fragmanı, süper oldu. çok ama çok güzel bir fragman olmuş umarım tuzak değildir. bu fragmanları yapanlar varya neyi nereye koyacaklarını çok iyi biliyorlar meraktan öldürüyorlar sizi yada tahminlerinizi karman çorman ediyorlar sonunda hadiya diyorsun.
ben bu bölümde bir yakın temas hatta bir öpücük görür gibi oldum umarım haklı çıkarım.

ve pazar akşam sürprizi twilight saganın son kitabı breakıng dawn'ın 1.bölümünün trailer'ı mtv'de yayınlandı.
trailer güzel gözüküyor ama ilk bölüm hariç diğer iki bölümün trailerlarından sonra filmlerde aradığımı bulamadığımdan bu tariler'a karşıda biraz soğuğum hatta hayal kırıklığı olmasın diye izlemeyeceğim diyorum ama kendimi tutamıyorum.

şimdilik bu kadar sonra görüşürüz blogcanlar.

ha bu arada kredi kartının dibine vuran ben x man fırstclass gösterime girmesine rağmen ben gidemiyorum.....

kısmet transformers'a bu aralar aksiyona taktım allah sonumuzu hayır etsin

4 Haziran 2011 Cumartesi

insan 33 yaşında ve hala bekar olunca kafayı her gün biraz daha romantik hikayelere kaptırıyor sanırım.
ama bu tez sadece kadınlar içindir. çünkü erkek hayatının başında ne ise sonunda da odur. ileriye dönük bir romantizm beklenmez onlardan.
flört ederken size nasıl davranıyorsa evlenince de öyledir. nadir görülür değişeni neyse
nereden geldik buraya
fatmagül ve kerimden
perşembe akşamı yıktılar ortalığı gerçekten süper bir bölümdü. tabii benim gibi ikisi arasında geçecek yakınlaşmayı dört gözle bekleyenler için...
ve final harika bir evlenme teklifi hani bana etseydi. oracıkta atlardım boynuna insanın mecburiyetten bile olsa evli olduğu bir kadına sadece gerçek bir evlilik olması için evlenme teklif etmesi o kadar hoştu ki. gösterdiği saygı ve sevgiyi o kadar güzel ifade ettiki kerim...
kerim karısı üzerinde her tür hakkı olmasına rağmen hiç taleb etmedi, zorlamadı sadece bekledi. şimdi ise sahip olduğu hakları kullanmak adına bile karısından izin istiyor. onunla gerçekten evlenmesini istiyor. ben özet çıkana kadar ruhumu teslim etmezsem meraktan pazartesi görüşürüz..

3 Haziran 2011 Cuma

dün gece uyuyamadım
sanırım yeni mobilya kokusundan yada geçici olarak yatağın yerini değiştirmekten oldu.
dolabım geldi hayırlısı ile sonunda odam bir şekle döndü, bugün annem alt dolabı yerleştirecek bende akşam giysilerimi yerleştireceğim, yarın da kardeşim avizemi takacak sadece süsleme mevzusu kalmış olacak.
kaplamadaki koltuklar geldi, hoş olmuş, renkler felan değişince ufaldı sanki gözümde ama değişiklik iyidir iyide olmuş bugün sandalyeler gelecek mal kaplamacı sen sandalyelerin kenarına garip bir renkte şerit çek aslında fena değildi ama annemin içine sinmedi bende sinmeyen bir şeyi istemedim koltukların renklerinide o seçti dışlamak olmaz sonuçta anne ama çaktırmadan bende alttan alttan veriyorum gazı ne edeceksiniz eski kadın öyle modern şeyleri pek bilmez....

1 Haziran 2011 Çarşamba

kredi kartı tepe taklak

harbiden dibine vurmuşum kredi kartının
gelen ekstre inanılmaz ben bile bu kadar borcum olduğunu bilmiyordum
garip olan ise harbiden varmış öyle baktım böyle baktım evirdim çevirdim harbiden varmış
neyse şu ayı atlatayım biraz daha düzene oturacak
küçük dekorasyon harcamalarını ertelemem yada para arttırdıkça yapmam gerekecek ama olsun ne yapalım insanlık hali

31 Mayıs 2011 Salı

en sonunda bende face'lendim
iyimi ettim kötümü bilmem ama bizim fan sitesi çökünce bütünekip face'te eee
kambersiz düğünde olmaz
hoş daha sadece kayıt aşamasını geçtim hafta sonu geri kalanı yapacam ama olsun
bkz face kullanmayı bilmeyen zihniyet

28 Mayıs 2011 Cumartesi

mobilyacımın katili olacağım

evet kesinlikle ama iki çocuğu var anasız kalacaklar ona yanıyorum.
üstelik bende arkadaşsız....
mobilyacım hem arkadaşım, hem müşterim, hem mobilyacım varın gerisini siz anlayın ama arkadaş kotasından en son işi yapılan hep ben oluyorum...
onbeş gün oldu siparişleri vereli bugün gelecek diye beklerken en geç perşembe demez mi...
dün telefonda atıştık
çamaşırlarım etrafta duruyor biri girecek diye odayı kitliyorum dedim malmısın ortada kaldım son söz
elimden geleni yapacam
bende yedim
umarım önümüzdeki hafta gelir yoksa yandık annem yangın çıkaracak valla evde...