Pages

31 Aralık 2011 Cumartesi

elveda 2011

klişe bir başlık oldu. ben bu yazıyı yazarken tarih 31.12.2011, saat 22:02
sadece 1 saat 58 dakika sonra yep yeni bir yıla girmiş olacağız peki geçmiş yıl benden neler aldı yeni yıldan neler bekliyorum.
sorunun bir cevabı yok. 2011'in benden bir yaş daha aldığı kesin, hatta şimdiden 2012 ise bir yaş daha yaşlandırdı.
2011 acılar, hüzünler, kavgalar verdi. sevinçler verdimi belki nadir. aşk olmadı filiz şimdi bana gene kızacaksın dediğini duyar gibiyim pozitif düşün pozitif olsun,
aşkın bu saatten sonra hayatımda olacağıda yok zaten.
bir boşvermişliğin içinde bir yıl geçirdim. heyecanlarım oldu ama beklentilerim karşılandımı hayır.
2012 de de arayışlarım içinde bulunduğum boşluğu doldurma çabalarım devam edecek. becerebilecekmiyim bilmiyorum.
bazen çocuklara özeniyorum dertsiz tasasız yüzlerinde kocaman bir gülümseme olan o hallerini keşke o halime dönüp kendimi bu dünyayı kurtaracak süper kahraman gibi hissettiğim o zamanlara dönebilsem. çünkü o zamanla hayatı dopdolu büyük bir keyifle yaşıyordum.
insanlara faydası olan, aranılan, sevilen biri olmak istiyorum. tüm kötü şeyleri hayatımdan çıkarmak, yaşadığım her saniyeden keyif almak istiyorum. güneşin her doğuşunda süperman gibi güçle dolmak istiyorum.
saat 22:12 sadece 1 saat 48 dakika kaldı.
şimdi bu gece için batıl bir inanca sarıldım. saat 12 ye kadar ayakta ve dimdik duracağım, saatler tam 12'yi vururken dileklerimi sıralayacağım ve buna inanacağım, biliyorum sadece batıla inanmak farkındayım. ama insan kendini alamıyor bu konudan çünkü çocukluğumuzdan beri böyle inandırıldım.
her seferinde abartıyorum. hazırlıklara erken saatlerde başladım. yeni yıla kirli girmemek adına duşumu aldım. bütün sene neler yapmak istediğime karar verdim.
sanırım en çok aşık olmak istiyorum. hem olumsuzluğu hem olumluluğu taşıyorum bu konuda, keyifli ve kaliteli zamanlar geçirmek istiyorum. aşık olmanın haricinde çok güzel resimler çekmek, sonra bahçeyi kapatarak bir sera oluşturup tekrar orkide yetiştirmek istiyorum. sanırım toprak ve en çok çiçekler bana iyi geliyor....
bunlar dilekler bakalım 2012 bana bu dilekleri verebilecekmi?
hepinize iyi yıllar

29 Aralık 2011 Perşembe

SESSİZ

dün ilk defa duydum, hayır herkes normalde tabii ki duymuştur ama böyle kullanıldığını ilk defa duydum. ayşe arman'ın dün ki yazısında okudum bir hanımefendi yazmış, sessizin hikayesini...

sessiz anne karnında ya da doğum esnasında ölen bebeklere verilen isimmiş ölüm belgesine isim hanesine sessiz yazarlarmış sonrada ailenin soyadını yazarlarmış...

başta insana itici geliyor ya böyle bir şey için söylenirmi diye hani insanın bebeği ölmüş diyorsun bu nasıl bir saçmalık ama sonra düşününce isim hanesinde ölü bebek, ölü cenin, ölü yazmasındansa sessiz yazması muhteşem geliyor.

naif, güzel ama en çokta anlamlı, çünkü onun hiç sesi olmamış, hiç ağlamamış ya da hiç haykırmamış, hiç gözlerini açmamış, belki de hiç nefes almamış o yüzden SESSİZ, bir bebeği tanımlamak için harika bir kelime....

okurken gülümsedim kimse yalnış anlamasın o insanların acısına değil, bir ismin bu kadar anlamlı olabilmesine, bu kadar güzel ve gerçek olabilmesine.

allah kimseye sessizler vermesin, ama verdiysede orada ölü bebek, ölü cenin, yada ölü yazması yerine sessiz denmesini tercih ederim.

tüm sessizlere allah rahmet eylesin. zaten melektiler, tamamen melek olarak kaldılar....

28 Aralık 2011 Çarşamba

aşk

aşk neden fimlerde gördüğümüz, kitaplarda okuduğumuz, şarkılarda dinlediğimiz gibi değil. neden leyla ile mecnunun ki gibi ulaşılmaz,,,
neden sonsuza dek sürmüyor...
neden insan aşkını şıpadanak unutuyor.....
neden uğruna çöllere düşülüp, dağlar delinmiyor...
neden sensiz yaşayamam deyemiyoruz....
neden o bizim toprağımız, suyumuz, güneşimiz olamıyor...
neden gözlerine baktığımızda sadece o gözler dünyamız, kalbinin çarptığında duyduğumuz o ses hayatımızdaki en güzel melodi, nefesi,kokusu,tadı dünyanın en büyük hazzıymış gibi gelmiyor.
çünkü aşk hani o efsane aşk gerçekten efsane tıpkı bu dünyanın yalan olması gibi.
aşk efsanemi, bu üç harf o kadar kolay, o kadar fazla telefuz ediliyor ki görseniz her çift birbirine delice tutkun, ama gerçek aşk uğruna dağlar delinen, çöller aşılan, tac mahal gibi abideler yaptıran, göz yaşları döktüren, bir ömür boyu asla unutulmayan gerçek aşk o nerede?
fimlerin sahnelerinde, romanların yapraklarının arasında kaldı.
biliyorum o dünya bulunduğumuz dünyadan daha yalan hatta sahte, olmayan bir dünya ama gerçek aşk oralarda anlatılır oldu artık.... hal böyle oluncada bizler evde kalmış kız kuruları olarak ah lar, vah lar dökerek fimleri izleyerek yada kitapları okuyarak ağzımız sulanarak gözlerimizin önüne sunulan aşklara kaptırdık kendimizi....
şimdi düşünüyorum da aslında yalnış bir şey yapmıyorum. farkettim ki çocukluğumuzdan bu yana okunan her kitapta, çizgi filmler de, normal filmlerde hep yakışıklı prensler vardı. pamuk prenses, kül kedisi, sindrella bunlar hep çocukluk hatıraları ama hep yakışıklı prensleri olan hatıralar, şimdide kitaplarda ve filmlerde aynı şeyler var. yakışıklı prensler, lordlar, zengin iş adamları, mahallenin harbi delikanlısı ama genede beyaz atlı prensler.....
her gün gördüğünüz adına aşk denen o yapaylığımı yoksa, efsane olan kitaplarda yazılan filmlerde gördüğünüz o aşkımı tercih edersiniz.
ben ikincisini tercih ederim.uğruna ölümün bile göze alınacağı, bir ömür boyu aynı duygular ile yaşayacağın, aynı tutkuyu, aynı hazzı paylaşacağın o aşkı.... bir çoğumuzda bunu tercih ediyordur eminim. çünkü bu yüzden filmleri, romanları, şiirleri, resimleri, müzikleri seviyoruz. çünkü içinde saf aşkı buluyoruz.

25 Aralık 2011 Pazar

sonunda aldım

uzun zamandır istediğim profesyonel fotoğraf makinesini sonunda aldım.
satürn sağolsun indirim yapmış, canon eos 500 d, makine ile verilen merceklere ilaveten verilen iki mercekler beraber 1900 tl ye üstelik 10 takside aldım. zaten alacaktım ama şu anda ki hesaba göre en az 500 tl kar'dayım, kendimi biraz sıkıştırdım ama olsun...
mekinama bir an önce alışayım sonra arkası gelecek bu seneye muhteşem fotoğraflar ile başlamak istiyorum....

22 Aralık 2011 Perşembe

afm fitaş

beyoğlunda dışı zaman zaman süslenen kocaman bir binadır afm fitaş. uzun zamandır gitmemiştim. geçenlerde twilight saga'nın sonra filmi breaking dawn'ı izlemek için orayı seçtim çünkü beyoğlunda iki tur atıcak sonra sinemaya gidip vakit öldürecektim.
ben genelde istinye park afm'ye giderim bileniniz bilir. orası afm'nin merkezi olmasındanmıdır. böyle hem çok güzel dekore edilmiş, hem bulunduğu ortamdanmıdır bilmem süslenmiş püslenmiş bir alandır. tahta masalar, pofuduk koltuklar, masalarda orkideler hoş bir mekan....
arada evime yakın olduğu için mecburiyetten ki bu mecburiyet arabanın başkasında olmasında dolayı oluyor, forum istanbul'ada gidiyorum. ama orası görsel olarak bana aynı zevki vermiyor. afm istinyedeki o dekoru buraya yansıtmamış. hani istinyeye elit bir grup gidiyor o yüzden yapmış oradaki dekoru ama genede daha iyi, sıcak bir görüntü verebilirdi. ben forumdaki afm'yi bile beğenmezken afm fitaş beni gerçekten tamamen hayal kırıklığına uğrattı.
dekor yok bir kaç masa bir kaç afiş küçücük bekleme salonları insan istinyeyi gördükten sonra belirli bir kalite bekliyor ama nerdeeeee. üstelik koltuklar kırıktı bunun bile farkına koltuğa oturacak arkadaşlar gelince vardılar. elemanlarında bile dinamiklik kalmamış. velakin beğenmedim. beyoğlu fitaşı umarım bir an önce el atarlar oraya.....

16 Aralık 2011 Cuma

e book

beni bilen bilir ben kitap okurken onu elime alıp dokunmayı, koklamayı hissetmeyi severim. hatta her zaman orjinal kitaplar alırım. karaborsa olanlara yaklaşmam bile....
ama bu aralar bir olaydan dolayı e-book dünyasına dalış yaptım. açık konuşayım almak istediğim ama bütçem yetmediği için alamadığım bir çok kitap var orada ve bir kaçını indirip okudum bile lakin gerçek kitapların zevkini vermiyor. bilgisayar ekranından okumak yavan geliyor.
ben bir kitabı defalarca okumaya alışık biriyim. ya da aklıma takılan bir konuyu hemen kitabımdan bulmayı sever, lakin e-book öylemi bilgisayarı açacan, dosyayı bulacan açacan oooooo dünyanın vakti.
ama diğer taraftan bedava, istedin kadar indirebiliyorsun kotan yettiği sürece ama gerçek değil....

15 Aralık 2011 Perşembe

andrej pesij gibi erkek olup kadın fiziği olan bir şahsiyete göğüsleri olmadığı halde sütyen tanıttıran şahsiyetleri kutluyorum.
akabindede aklıma şöyle bir soru geldi. memlekette gerçek göğüslü kadınlar kalmadı mı?
ya da gerçek göğüslü kadınlar ne yapsın artık?

6 Aralık 2011 Salı

tehlikeli ilişkiler

julia london daha önce okumadığım bir yazardı. dün markete alışveriş için gittiğimde inanılmaz bir fiyata inmiş kitabı sırf vakit öldürmek adına aldım ama gerçekten çok güzeldi.

Romantik ve duygu dolu romanların yazarı Julia London dört kitaplık serinin intikam ve şehvet dolu ilk kitabını bizlere sunuyor. 1834 İngiltere’sinde süregelen olaylar trajik bir düello sonrası Kont Adrian Spence’in çok sevdiği ve her zaman mutlu etmeye çalıştığı sert mizaçlı babası tarafından reddedilmesiyle başlıyor.
Bundan sonra büyük bir çıkmaza düşen Adrian, babasının gözbebeği kardeşi Benedict’in sevdiği kıza kur yaparak onu baştan çıkarıp evleniyor. İntikam için yaptığı bu seçim karısı ile birlikte kaderleriyle baş başa bırakıyor. Fakat asıl sorun tutku dolu ilişkide Adrian’ın içe kapanık olması ve karısı Lilliana’ya bir yabancı gibi davranmasından kaynaklanıyor. Sonunda bu birliktelik adeta fırtınalı bir denize dönüşüyor. Lilliana, Adrian’ı evine bağlamanın tek yolunun, kimseye söyleyemediği, en gizli sırlarının kilidini açıp, onun sevgiye karşı sımsıkı kapadığı kalbini keşfetmekte ararken; Benedict, çiftin arasına girebilmek için elinden geleni yapıyor.
Okurlar, inatçı çiftlerin birbirleriyle girdiği bu mücadelenin sonucunu görmek için sabırsızlanabilir, fakat Londra’nın yarattığı duygu dolu ve yoğun atmosferi hikâyeyi gizemli kılmaya yetiyor ve yazarın büyüleyici tasvirleri sizi görkemli aristokratik hayatın tam ortasına bırakıyor.

alışılmışın aksine oldukça dandik bir kitap kapağına sahip olmasına rağmen sakın aldanmayın hikaye gerçekten çok güzel ben okurken büyük bir merak ile elimden bırakamadım kitabı ve iki gün içinde bitirdim.
sizede tavsiye ederim.

5 Aralık 2011 Pazartesi

3 kitap

hani geçen hafta size üç yeni kitap aldığımdan bahsetmiştim. ve benim merak konusunda doymak bilmeyem bünyem sayesinde üçünüde bir haftada okuyup bitirdim.
resimlerini koyarak tek tek tanıtmak isterdim ama üşengeç bir bünyeye sahibim o yüzden kitapların tanıtım yazılarını ve kendi düşüncelerimi koyacağım yazıma....

ilk okuduğum kitap teresa medeiros'tan bazıları ateşli sever
Bazıları tehlikeli sever...Ailesinin onurunu korumaya karar veren İskoç güzel Catriona Kincaid, yurduna dönebilmek için görgü kurallarını ve kendi güvenliğini hiçe sayarak, hem uslanmaz bir hovarda hem de kötü şöhretli bir soylu olan Simon Wescott'un yardımına başvurur. Üstüne üstlük Simon hapistedir.Catriona, Simon'ın kendisine yardım etmesi karşılığında ona hem para hem de özgürlük vadeder ancak arsız çapkının çok daha ihtiraslı bir ödül istemeye cüret edebileceği aklına dahi gelmemiştir.Bazıları cazibeli sever...Simon ise yıllar önce karşılaştığı oğlansı kız çocuğunun, dikbaşlı ve son derece çekici bir kadın haline geldiğini görünce hayrete düşer. Kimsenin kahramanı olmayacağına dair ettiği yemine rağmen Catriona'nın şövalyesi olmaya karşı koyamaz. Kuzey İskoçya binbir çeşit tehlike ve macera ile onları beklemektedir fakat gerçek tehlikenin, son derece güçlü bir tutkunun pençesine düşen kalplerini tehdit etmekte olduğunu anlayabilecekler midir?
kendi kişisel görüşüme göre tam bir fiyasko bu kitap. teresa medeiros'u tamamen iskoçya tutkumdan şans eseri keşfetmiştim. ilk kitabı güllerin fısıltısı muhteşem bir romandı. gerek kahramanlar, gerek hikaye, gerek mekanlar kısaca anlatım olarak harikaydı. ama bu kitap çocukken tanışmış iki insanın hikayesini anlatıyor. kız zamanla adamı öyle bir kafaya takıyor kendi içinde öyle bir kahraman yaratıyorki ama aslında adam düşündüğü gibi biri değil. ama aşk nelere kadir deyip en sonunda adamı kendine aşık ediyor ve adam beklediği kahraman oluyor. oldukça sade bir anlatıma sahip, olaylar, sözler, mekan anlatımı hep bekledim okurken bir yerde kopup güzelleşecek diye ama yok bana bir türlü güllerin fısıltısındaki o tadı vermedi. hayal kırıklığı oldu.

ikinci kitap monica mccarty'nin kız zincirlerini
Lachlan Maclean, klanını korumak için her şeyi göze almıştır. İskoçya’nın en inatçı kızını, onu evliliğe ikna etmek gibi gizli bir emelle kaçırması gerekse bile. Vahşi arzulara sahip, emirler yağdırmaya alışkın bir lider olan Lachlan, güzel Flora’nın alevler püskürmesine hiç hazır değildir. Flora onun klanını kurtarma planını sekteye uğratacak ve sert, yontulmuş görüntüsünün altındaki yumuşak kişiliğini ortaya çıkararak, belki de felaketine neden olacaktır. Highland’daki en büyük evlilik ödülü olan Flora ne pahasına olursa olsun siyasi bir anlaşma gereği feda edilen annesinin kaderini yaşamamaya kararlıdır. Kendisini esir alan kişiye gaddarlığının bedelini ödeteceğine dair yemin eder ve tehlikeli bir tutkuyla onu cesurca bir irade savaşının içine sürükler. Geçmiş bir trajedinin ağır ağır kaybolmakta olan laneti ise henüz söze bile dökülmemiş aşklarının önünde büyük bir engel oluşturacaktır.
süper ötesiydi. yazarın ilk kitabı asiyi resmen dibim düşerek okumuştum. ikinci kitabı maskesiz'de fena değildi ama kız zincirlerini süper bir kitap. iskoçyanın muhteşem mekanlarında geçmesinin yanısıra ki geçen her mekanın fotoğraflarını yazarın sitesinde bulabilirsiniz. kahramanları, mekanlar, olaylar, her şey kelimenin tam anlamı ile mükemmeldi. bir efsane ile başlayan hikaye bir adamın klanını kurtarmak adına bir kadını kendisine aşık edip evlenme çabasını en ince detayına kadar anlatırken. diğer yandan iki aile arasında olan savaşıda gözler önüne seriyor. kahramanımız olan adam klanı ve ailesi için yaşarken kızımız bir anda bütün hayatını alt üst ediyor. başta sadece amacı çıkarları doğrultusunda kadınla evlenmek iken sonunda kadına aşık oluyor ve onun için ölümü bile göze alıyor. harika bir romandı. elimden bırakmadan sonuna kadar sabırsızlık ile okudum. harika iskoçya tasvirleride cabası...

üçüncü kitabımız marta canham'dan gurur
Her şey bir bahisle başlamıştı; gözde subaydan gelecek evlilik teklifiyle, cesaretini sınadığı gönül macerasını süslemek istiyordu. Şımarık ve narin Catherine Ashbrooke, mest edici gece mavisi gözlere sahip yakışıklı yabancının hiç beklemediği bir anda çıkıp planını suya düşüreceğini ve onu kendi tehlikeli oyununun içine çekeceğini nereden bilebilirdi?Alexander Cameron güzel ve asil bir İngiliz kızını düelloda kazanmış olabilirdi ama uzun zamandır geri plana ittiği arzularının onu kaderiyle buluşmaktan alıkoyacağının da farkındaydı. Gelinini gönülsüz de olsa Highland topraklarına götürmekten başka çaresi yoktu. Bu topraklar ki aynı zamanda eski bir düşmanlığın ve fırtınalı bir isyanın hüküm sürdüğü; güçlü tutkuları ve nefes kesici yiğitlikleriyle bilinen efsanevi savaşçıların bile gönlünü kaptırabileceği bir yerdi.
başlarda sıkıcı geldi. hikaye bir baştan çıkarma ile başladı. sonra böyle çok yavaş ilerledi. 10 günlük bir seyahatin ardından iskoçyaya geldiklerinde ancak beni okuma hevesi sardı. kahramanlarımız bir duello sonucu evlendiler. her ikiside tuzağa düştü ama biri kurtulmak için diğerini kullanmak zorunda kaldı. kadın nefret ettiği kendisini kaçıran adamın gerçek yüzünü öğrenince ona aşık oldu. sanırım bu güne kadar sonu ayrılık ile biten tek kitap'tı. adam kadına aşkını itiraf etti. ama onun güvenliği için onu göndermek zorunda kaldı. ne olursa olsun dönücem diye söz verdi. hikaye burada bitti......

bazıları ateşli sever haricinde diğer iki kitapta bu türleri sevenler için keyifli kitaplardı. ben zevkle okudum. umarım sizde seversiniz.