Pages

27 Şubat 2012 Pazartesi

garip zamanlar

garip zamanlar geçiriyorum bu aralar, her gün yeni yeni olaylar, yeni davranışlar, alışılmış davranışlarda değişiklikler ne ararsanız var.
işyerinde arkadaşımızın ayrılması ile başlayan süreç garip bir yola girdi. her gün yeni yeni olaylar ile karşı karşıya kalmaya başladık.
hakkımızda hayırlısı tabii. bu arada hafta sonu geliyor ve 2. etkinliğe çok az kaldı, lakin hava şartları beni korkutuyor. bir aksilik olmasa bari...
kahvaltıya baya talep olacak anlaşılan lakin kesin kişi sayısını bilmediğimizden mekana rezervasyon yaptıramıyoruz. bir taraftan fazla katılımcı olsun diyorum, bir taraftan çok gelen olursa yer kalmaz diye korkuyorum. kimseyi ortada bırakamayacağımıza göre bakalım neler olacak.

21 Şubat 2012 Salı

organizasyon içinde organizasyon

efem profesyonel fotoğrafçılık 2. etkinliğini 4 mart'ta yıldız parkında yapıyor.
tabii bizde allah'tan bir şey gelmezse başımıza orada olucaz.
gene eğlenceli, samimi, hoş sohbet bir gün geçiricez.
gene konuklarımız olacakmış.
tabii ben, kardeşim ve bir arkadaşımız yeni bir organizasyona el attık. etkinlik 12'de bari dedik o kadar yol gidecez güzelde bir kahvaltı yapalım. sabah 10'da kahvaltı için planlar yaptık.
eh kimse gelmezse sadece biz olucaz ama olsun...
zaten kafamda kardeşimle kahvaltı vardı şimdi gelen bütün arkadaşlarıda dahil edeceğimiz büyük bir kahvaltı olacak....

20 Şubat 2012 Pazartesi

berbat durumdayım sırtım ağrıyor.
aslında her tarafım ağrıyor. acayip yorgunum ama buna rağmen eve iş getirmek zorunda kaldım.
zaten patronumada dedim benden bu gün bir rapor istedi valla bekleyeceksiniz dedim.
elimdeki bir kaç işi bitirmeden yapamayacağımı söyledim.
şimdi yazmayı bırakıp işe başlamam lazım hadi bay...

17 Şubat 2012 Cuma

oldukça yoğun geçiyor günler...
maalesef bazı işleri yetiştiremiyorum.
dolayısı ile sanırım pazar günü evde de çalışmak zorunda kalıcam...
envanteri bitirmem gerekiyor, sonra hesap kontrolleri var ve en son da yeni yapılan internet sitesine fotoğraf ekleyip gerekli bilgileri dolduracağım..
tabii bu tantananın tamamı ne zaman bitecek bilemiyorum.
dün bir müşterime dediğim gibi paslanmışız biraz açılmam lazım işler çok yoğun değil ama bütün gün farklı şeylere fırsat olmuyor.
bir anca şu işleri bitirmem lazım işler bir yoğunlaşırsa hayatta bitmez işler....

14 Şubat 2012 Salı

sevgililer gününe dair...

sevgilisi olanın olmayanın,
olup da yok gibi olanın,
yok da var gibi olanın,
olmayıp çok isteyenin,
oluyor da ne oluyor diyenin
olduğu için çok mutlu olanın,
olmadığı için çok mutlu olanın,
0nsuz olamayanın,
onunla hiç mutlu olamayanın,
her şeye rağmen yüreğinde her daim aşk'a yer olanın,
yani hepimizin sevgililer günü kutlu olsun.

bu yazı bana bir arkadaşımdan geldi, kendisimi yazdı yoksa alıntı mı yaptı bilemiyorum ama bence günü çok güzel özetlemiş.
bu gün sevgililer günü, bu gün benim için sevgilisiz geçen sevgililer günlerinden biri....
yalnızlık duygusu, özlem diz boyuydu belki ama sonra düşündüm azı ile yetinemem, olacaksa dibine kadar olmalı...
gerçekten aşk olmayacaksa her 14 şubat'lar yalnızlık ile kurban verilmeli aşka....
geçen gün düşündüm aşk nasıl olmalıdır diye...
içimi titretmeyecekse her bakışı, kızarmamı sağlamayacaksa her gülüşü, yakmayacaksa beni her dokunduğunda, nefesimi kesmeyecekse varlığı, kalbimi tekletmeyecekse her öpücüğü, benimle her seviştiğinde cennetin kapılarını açamayacaksa bana, ömrünün sonuna kadar her sabah benimle doğmayacaksa, her gece aynı yatakta koyun koyuna uyumayacaksam, bedeni ve ruhu benle can bulmayacaksa ben neyleyeyim aşkı...
işte ben bu tutku ile arıyorum aşkı. ben onsuz nasıl nefes alamayacaksam oda bensiz nefes almasın istiyorum. bundan daha azına da razı olamam....
bir arkadaşım yıllar önce defterime şunu yazmıştı. manidar'dır benim için

öyle birini sev ki sen öldüğünde o hiç yaşamasın demişti...

işte ben böyle bir aşk arıyorum biraz bencillik ediyorum belki ama ne o bensiz, ne ben onsuz yaşamayayım. ama bu saatten sonra mümkün olurmu bilmiyorum. umut ile yaşıyorum her saniyemi, umut ile yaşıyorum her günümü, belki bir gün bulurum diye yaşıyorum onu....

12 Şubat 2012 Pazar

bu gün arkadaşımın doğum günü vardı. o 30 oldu bense bir ay sonra 34 olacağım hal böyle olunca bir çok genç arkadaşımın aksine o seneleri daha net hatırlıyorum. trt'nin tek kanal olduğu zamanları, o zaman izlediğimiz dizileri, filmleri ve elbette spor müsabakalarını....


olimpiyatlar, avrupa şampiyonaları, artistik buz ptinaj şampiyonaları...


allahım ne günlerdi o günler, oldukçada güzel günlerdi. merakla beklerdik olimpiyatları, her tür müsabakayı izlerdik. buz pateni ve jimnastik ise benim en çok sevdiğim dallardı. bu dalların efsaneleri vardı benim için onlar bizim ülkemizde o zamanlar temsilcisi olmayan bu spor dallarının ilahlarıydılar. bütün türkiye ekranlarının başında onları izler sundukları gösteriler hakkında yorumlar yapardık. ah dedimya ne günlerdi o günler...


kimlerden mi bahsediyorum. jimnastiğin altın kızı nadia comaneci ve buz pateninin kraliçesi katarine witt.


















nadia elena comaneci 12 kasım 1961 doğumlu rumen jimnastikçi. 5 olimpiyat altını, 3 gümüşü ve 1 bronz madalyası vardır. 1976 olimpiyatlarında tüm jüriden 10 üzerinden 10 tam puan alan ilk ve tek sporcudur. kendisi aldığı puanları gösteren elektronik tahtada 1.00 olarak aldığı puanı görünce ben ne yaptım diye arkadaşlarına dert yanmıştır. çünkü kendisi 1 puan aldığını düşünmüş sonra kendisine durum açıklanmış organizatörler 10 tam puan kimsenin alabileceğini düşünmedikleri için 10 tam puanı bu şekilde yazdıklarını söylemişler. kendisi jimnastiğin gelişmesinde ve popülerleştirilmesinde büyük katkıları olan bir sporcudur.


comaneci ve arkadaşı oyun bahçesinde bela karolyi tarafından keşfedilmiştir. zamanında kominizimle yönetilen bir ülkede, devlet kontrolünde çok büyük sıkıntılar içerisinde sıyrılarak bir efsane olmuştu. daha sonra kominizimden kurtulmak için amerikaya kaçmış ve halen orada yaşamını sürdürmektedir.


yaşım kurtarmadığından ben maalesef 1976 olimpiyatları izleyemedim. ama 1984 yılında nadia adlı hayatını anlatan bir film sayesinde onu tanıdım. şimdilerde ise internetin nimetleri sayesinde o müthiş performansını dünmüş gibi izleyebiliyorum. hatta filminden küçük bir bölüm bile aklımda umarım yalnış hatırlamıyorumdur. eğer yalnışsam şimdiden özür dilerim.


nadia bir kaza sonucu sanırım bir erkek meselesiydi, elini sakatlıyor. takımının şampiyon olması için koçuna kaç puan lazım diye soruyor ve 10 tam puan cevabını alınca o sakat elle muhteşem bir performans sergiliyor ve efsanevi 10 puanı alıyor. bu gerçek mi yoksa film için yapılan bir senaryomu bilemiyorum ama o filmden aklımda kalan tek sahne buydu....

























katarina witt


15-12-2-4-6 katarına witt hayatında önemli bir yeri olan bu rakamlar nedir derseniz?bu rakamlar onun spor hayatına ait rakamlardır. 15 kez şeref kürsüsüne çıktı. 12 kez önemli yarışmalarda birinci oldu.2 kez olimpiyatlarda altın madalya kazandı.(1984-1988) 4 kez dünya şampiyonu oldu. (1984-1985-1987-1988) 6 kez avrupa şampiyonu oldu. (1983-1984-1985-1986-1987-1988)


o muhteşem gülüşü ile buz pistine çıktığı an kendine aşık ediyordu seyredeni, defalarca bıkmadan usanmadan izledim onu her dönüşünü, her zıplayışını...


ayak bileğini sakatladıktan sonra daha çok artistik kısmına eğilmesine rağmen gösterilerinin her birinde müthiş duygular yaşatırdı bize. oda tıpkı nadia gibi kominist bir ülke olan doğu almanyadan geldi. 1965 doğumlu sporcu ilk birinciliğini aldığında 19 yaşındaydı. halen kendi alanında sayılı duayenlerden biridir ve cesur tarzı ile hatırlıyorum onu ve o kocaman gülümsemesi ile...


ah diyorumya ne günlerdi o günler şimdi çok fazla televizyon kanalı olduğundanmıdır, yok sa izlenecek daha iyi bir şeyler olduğundanmıdır, ya da eskisi gibi sporcular yetişmediğinden midir? artık müsabakaların sadece açılış ve kapanış törenleri izleniyor. katılan sporcular arasında pek tanınan büyük isimler yok artık. sanırım babamın müzik için dediği bir söz var. ne varsa eskilerde var der, spor içinde öyle galiba....

14 şubat öksüz kaldı.

kendimde bir şeyler yazmak istedim.
defalarca muhteşem sesi ile dinledim. defalarca onunla beraber parçalarını seslendirdim.
ı will always love you (seni daima seveceğim) hayatıma girdiğinde tıpkı bir çok insanın ki gibi benim de düğünümde çalınacak dans parçaları listeme eklendi.
bir hayalim vardı. düğünümün hep çırağan sarayında yapılmasını isterdim. bilen bilir muhteşem merdivenleri vardır. o merdivenlerden ı will always love you ile inmek benim hayalimdi. geçmişte kaldı ne ben evlenecek biri buldum, ne de orada düğün yaptım. şimdi mp3 player'ımda seslendirdiğin bir kaç parça var. hepsi bodyguard'ın soundtrack'ı...
bodyguard'ı hala her fırsat bulduğumda seyrederim. ama artık yoksun whitney...
artık ı will always love you'yu kimse senden dinleyemeyecek evet başkaları söyleyecek ama senin ki gibi olmayacak. artık 14 şubatlar ve bu şarkıyı sevdiği ile paylaşan herkes öksüz kaldı.
hayatımıza girdin bir heyecan yarattın ve sessiz sedasız gittin.
birbirinden güzel parçalar dinledik senden, ve seni onları dinlerken her fırsatta anacağız ama bir daha seni canlı olarak dinleyemeyeceğiz.
teşekkürler whitney bana bir hayal verdiğin için...

I will always love you whitney seni unutmayacım

ertuğrul özkök'ün affına sığınarak bu günkü yazısını alıntı yaptım. o kadar güzel yazmış ki whitney'i ben bu yazının binde birini bile beceremezdim. ellerinize sağlık



Whitney Houston’un ölüm haberini
okuyunca, elbette yarını bekleyemedim.
Bir otel odasında öldü.
Tıpkı Chet Baker gibi öldü.
Cesare Pavese gibi.
Hüzünlü…Yorgun, umutsuz…
Tek başına.
Arkasında bir şiir bırakarak
öldü:
“Herkese bir bakışı var
ölümün,

Ölüm gelecek ve senin gözlerine bakacak,

Bir ayıba son verir gibi olacak..”

Yıllarca önce Uzay Heparı öldüğünde “Bütün müzisyenler cennete gitmeli”
diye yazan ben; sırf bir kağıdın üzerinde ölümsüzleşeceğim diye,
böylesine demode bir egoizmle, artık asırlar kadar tarihe giden bir yarını bekleyebilir miydim?.
Hele hele o kadın, kendi cenaze
müziğini yıllar önce yazmış, artık
herkesin mezarının başında yakılacak ağıta çeviren kadınsa…
“I will always love you” şarkısıyla Mozart’ın resmi ölüm marşına, halk
çocuklarının, sokak çocuklarının gayrı resmi, illegal ağıtını ikame etmişse…
Hangi ben; hangi birimiz; hangi
taze bir mezar yarını bekleyebilir ki…


Son yıllarda milyonlarca insan,
sevdiklerinin arkasından hep bu şarkıyı söyledi:
“I will always love you…” “Seni hep
seveceğim…”
O şarkı, milyonlarca mezarın
başına hüzünlü bir çiçek gibi kondu. O şarkıyla, sevdiklerimize ağıt yaktık, onu
hep seveceğimize, hiç unutmayacağımıza and içtik.
Bir yatakta , tek başımıza,
uykusuz, uykusu kaçırılmış bir gecede; Binlerce kilometre uzakta yatan bir
sevdiğimizi o şarkıyla hatırladık.
Kendi cenaze şarkısını söyleyen
kadındı o. Hepimize, arkamızdan söylenecek en olağanaüstü şarkıyı bırakan
kadındı.
Hepimizi, bir gün mutlaka gelecek
olan bir mukadderatın sahnesinde kostümlü provaya davet etmişti. Kendi ölüm
şarkımızı, kendi kendimizin ağıtını dinletmişti bize.
O şarkıyı, dünyanın bir ucundan
ötekine yayılan en samimi Fatiha’yı çevirmişti.


Mutsuzdu..hüzünlüydü…Bu dünyada
ne o aradığını bulabilmiş, ne de bu dünya ona aradığını vermişti. .Gözü sanki
öteki dünyadaydı..Hep oradaydı..
Özlüyordu sanki taze bir mezarı..
Sanki birileri bir an önce o
harika şarkıyı kendi arkasından söylesin diye acelesi vardı.
O yüzden 48 yaşında öldü.


Oysa bu dünyaya dans etmek için
gelmişti.
Bütün hayatı boyunca, “I wanna dance with somebody” diye
haykırmıştı.
Ama her defasında arkasına o umutsuz takıyı ekleme ihtiyacı
duymuştu:
“Who loves me..”
“Birisiyle dans etmek istiyorum. Ama beni
seven birisiyle…”
Bulamadı.. Kabahatlı o değildi.
Gerçekten sevecek biri ona rastlayamamıştı..Kabahtlı hep bekleyen değil, hiç
gelmeyendi.
Onun karşısına çıkmayan,
çıkamayan korkak erkekti.


O erkek randevuya gelmeyince,
kokain geldi.
Marihuana geldi.
Issız hüzünlü, tek kişilik otel
odaları geldi.
Ve 48 yaşında ölüm geldi…


O bize, sevdiklerimizin
arkasından sonsuza kadar söyleyebileceğimiz olağanüstü bir şarkı bıraktı.
Ben de onun mezarına Necip Fazıl’ın şu dizelerini
bırakıyorum:
“Ağlayın, aşinasız, sessiz, can
verenlere

Otel odalarında, otel odalarında…”

10 Şubat 2012 Cuma

ben kurtuldum diye sevinirken, gene döndük dolaştık geldik kürkçü dükkanına...
arnavutköy'deki şubeden tekrar merkeze dönüyorum. merkez'de benim yerime çalışan arkadaş bugün işten ayrıldı. sonuç saat 18'de gelen telefon ile tekrar merkeze geçeceğim bildirildi. kısıtlı zamanda iki koliye elime ne geldiyse doldurdum. yarın akşam gelecek koliler sonra ayırıp ayırıp yapacam işlerimi.
iyimi oldu kötümü bilmiyorum. alışmak zaman alacak. diğer taraftan orayı öylece bırakmak zor geldi. düzeltilmesi gereken yapılması gereken şeyler vardı. herşey yarım yamalak bırakıldı.
bu arada bana zararı olurmu bu değişimin bilemiyorum. bütün gün net'te cirit atıyordum. face'e, forumlara giriyor, e book okuyor, dizi seğrediyordum. bakalım şimdi yapabilecekmiyim. zor olacak sanırım şimdi akşamları takılmak zorunda kalacağım gibi gözüküyor. hadi hayırlısı....

7 Şubat 2012 Salı

projeler projeler projeler

dün'den bu yana iki proje üzerinde çalışıyorum. birincisi beni ve kardeşimi ilgilendiriyor. ikincisi üyesi olduğumuz profesyonel fotoğrafçılık ekibini.

dün kü yazımda dediğim gibi pazar günü etkinliğe gitmişken makine parçalarını aldığımız firmaya uğrayıp bir kaç objektif sorduk. bize ilk etapta epey işimizi görecek şekilde lazım olanlar bir telezoom, bir geniş açı ve bir makro objektif. şunlarada lens yerine objektif demek zor geliyorya neyse. bu grubun tamamını orjinal canon alırsam kredi kartına taksitli olarak 5000 tl civarı bir para tutuyor. bende düşündüm bu olasılığı a planı olarak kenara koydum. bir b planı yaptım banka ile görüşüp uygun şartlarda ihtiyaç kredisi alıp bunu ödeyebileceğim şekilde vadelere bölmek. ama tabii bu seçeneği yerine getirmek için önemli iki faktör var. 1'si nakit alma durumunda bu fiyatlardan ne kadar indirim alacağımız ki sirkecide çalışan bir arkadaş var gerekirse ona fiyat soracağız ve 2.si ihtiyaç kredisinin vade farkı ve ekstra masrafları tutarı kredi kartına yapılan taksitten daha uygun mu gelecek. birde c planı varki oda orjinal canon lensler almak yerine admin sadık'a danışıp hem iyi hem uygun fiyata lensler almak. ama bunun içinde hem a hem de b planı gerekli olabilecek durumlar. çünkü bu objektifler özellikleri itibari ile makinelerden bile pahalı olabiliyor ki standart haricinde özellikleri olanlar öyle..

gelelim 2. projeye; fotoğrafçılık ile ilgili yaptığımız her şeyi kardeşim ile yapıyorum biliyorsunuz. dün sadık ile yeni bir etkinlik için görüşmüşler. sempozyum gibi bir şey yapmak istiyorlarmış. mekan arıyorlarmış. kardeşim'de bu konuda yardımcı olabileceğini söylemiş. şöyle bir yardım söz konusu belediyemizin bir kültür salonu var. bunu yapılacak organizasyonlara bedava olarak veriyorlar. bu gün onlarla görüşme yapacak sonrada durumu netleştireceğiz. eğer tüm bu işi ayarlayabilirsek ve organizasyonu gerçekleştirirsek kardeşim ve bana müthiş faydası olacak şöyleki hem sadık ve diğer hocaların yakın çevresine girmiş olucaz ki samimiyet artacak, ustalık çıraklık aşamasında bize bir faydası olur diye düşünüyoruz. hemde yeni bir sürü arkadaşı davet ederek geçen pazar gün'kü organizasyondan daha fazla kişi ile tanışacağız....

umarım her iki projemizde gerçekleşir...

6 Şubat 2012 Pazartesi

hafta sonu etkinlikleri bölüm bilmem kaç

bu hafta sonu iki ayrı etkinlik yaptım.
ilki cumartesi akşamı gittiğim karanlıklar ülkesi uyanış filmiydi. serinin ucundanda olsa bir takipçisi ve tam bir vampir filmi sevdalısı olarak selene tekrar görmek güzel oldu. ayrıca sevgili vampirimiz anne oldu ki, eve babasına yani mıchael'a benziyor. onun gibi güçleri var,sinirlenince mavi oluyor. mıchael filmin bir başında bir sonunda vardı. ama sanırım bir devam bölümü daha olacak ki o vakit bütün aileyi bir arada görme şansımız olacak ve selene ile ailesi insanları yeni tür kurtlardan korumak amacı ile savaşacaklar.
film üç boyutlu idi ama ancak bir kaç sahnede bu hissi verebildi. keyifli,güzeldi ama kısaydı daha uzun olmasını isterdim.
ikinci etkinlik ki bu yazının ana konusu o ; facebook'ta takipçisi olduğum profesyonel fotoğrafçılığın düzenlemiş bulunduğu etkinlikti. bu etkinlikte sadece adminlerimiz sadık ve serhat'ın yanısıra yusuf kadri şirinkan ve nevzat yıldırım, türkbey türkali ve yüksel türkali ile tanışıp onların engin tecrübelerinden faydalandık. gezimiz mısır çarşısının önünden başladı. hocalarımızı beklerken adminlerimiz ve üyelerimizin diğerleri ile tanıştık. güzel güzel sohbetler ettik. fikir ve düşüncelerimizi paylaştık. makinelerimizi karşılaştırdık.
sadık her ne kadar bir 50 d kullanıcısı olsada bu aralar fotoğraf makinesi yerine samsung'un test etmesi amacı ile verdiği bir telefonu kullanıyor fotoğraf çekmek için, ihanet'tir bu dedim. ama çok güzel dedi.
daha sonra hocalarımızın katılımı ile beraber gülhane parkına gittik. orada kısa bir görüşme bir kaç topluluk fotoğrafının ardından çay içtik. günün makarası burada koptu orada seyyar fotoğrafçı bir amca kalabalığı görünce koşarak geldi. fotoğraflarımızı çekmek istedi. bizde kopardık kahkahaları, sonra makineleri görünce siz bu gün beni ekmeğimden etmeye gelmişsiniz diye söylenerek gitti. sohbete devam ettik. hocalarımıza sorular yönelttik onların fikirlerini ve düşüncelerini aldık. keyifli ve sıcak bir ortamda bizi öğretileri ile yönlendirdiler, fotoğraflar çektik. daha sonra oradan ayafosyanın arkasına geçtik. orada sadık bize bir kaç ufak tefek ders verdi. onun desteği ile harika minare fotoğrafları çektik. sağolsun hemen hemen hepimizin makinesi ile oda çekim yapıp bize hatıra bıraktı. sonra oradan sultanahmet meydanına geçtik. sultanahmetin gün batarken harika siluet fotoğraflarını çektik. simit yedik.
sadık'tan sanat için fedakarlık yapmasını istedik ama yapmadı. en son gene fonda sultanahmet olmak kaydı ile harika fotoğraflar çektik. muhteşem güzel bir havada, hocalarla birlikte 130 yeni insan tanıyarak harika bir gün geçirdik. güldük eğlendik. sıcak samimi bir ortamda uzun zamandır yürümediğim uzun bir yolu yürüyerek geçirmeme rağmen bir gıdım bile yorulmadan harika fotoğraflar çektik. sadık'a dediğim gibi biz çırağın çırağıyız. ama yusuf kadri hocamızın dediği gibi 'her fırsatta fotoğraf çekerseniz '2 yılda biraz da yetenekli iseniz benim gibi fotoğraflar çekersiniz dedi sadık...
o harika fotoğraflar çekiyor, işi gereği türkiyenin hatta dünyanın bir çok yerini geziyor. son 8 yıldır kazancını bundan sağlayarak keyif aldığı işi yapıyor.
ben de bir amatör olarak keyif alıyorum. ama ustalarımız gibi fotoğraflar çekmeyi gerçekten çok arzu ediyorum.
doğru ekipman şart tabii. hazır eminönüne gitmişken bir kaç lens bakalım dedik. geniş açı bir lens'e ihtiyacımız var ama 1900 tl gibi bir fiyatı mevcut olduğundan şimdiden daha nasıl alırız diye hesaplar yapmaya başladık. uff uff amatör fotoğraf yarışmalarına flan katılsakmı diye düşünüyorum. yoksa ihtiyaç kredisi çekip daha makul ve mantıklı bir şekildemi ödesek bakacaz artık bir çaresine şu anda bir geniş açı lense ve bir makroya iktiyacım var sonra bir kaç tane daha olacak ama şimdilik bunlar fazlası ile işimi görür.

3 Şubat 2012 Cuma

kar

basının beyaz ejder adını verdiği kar yağışı bir haftalık zaman diliminin sonunda sanırım bitti.
beyaz ejder deselerde bence kar yağışını ejderhaya benzetmek biraz ilginç bir yaklaşım bence onlar beyaz neşe, sevinç, sevgi... çünkü onları görüpte mutluluk duymayacak insan sayısı azdır. kar allahın bize gönderdiği en güzel oyuncak....
ha bu aradada kar'ın kötü tarafıda çilesi tabii. bir hafta boyunca soğuk ile mücadele ettik. arabaları çıkaramadığımız için minübüslerle gittik geldik. erken kalk iki saat yol gel akşam gene aynı eziyeti çek. hatta çarşamba günü 3 saat'te ancak yolun 3 te birini gel sonra'da geri dönmeye uğraş acayip kötü geçti.
ama tüm aksiliklere rağmen kar nimetti, candı, sevgiydi.