Pages

31 Ağustos 2010 Salı

copya çektim canım acıdı

İnsan yazmak için kopya çeker mi ? Çeker kızlar bu gün bloklarında geçmişlerinden hatıralarından bahsetmişler.
Hatıralar en çok neyi hatırlıyorum diye düşündüm.
Dedem yani babamın babası hayatımda ki en önemli insandı. Özlediğim yokluğuna ancak yıllar sonra alışabildiğim adam.
Onunla ilgili en eski hatıralarım beni bütün torunlarından daha fazla sevmesiydi. İlk torunu değildim 5.inci torunuydum ama ilk kız torunuydum. Ve babam annesine olan düşkünlüğünden dolayı babaannemin adını bana koymuşlar. Bazen düşünürdüm beni tek kız torunu olduğum için mi yoksa babaannemin adını taşıyorum diye mi seviyor diye. Sanırım onun adını taşıyorum diye seviyordu. Onla ilgili birkaç anımdan en azından aklımda kalanlardan biri her eve geldiğinde bize çokomel getirmesiydi. Hiç aksatmazdı bilirdim dedem geldi mi çokomel imde gelmiş olurdu. Sonra beni korurdu hiç kimse bana dokumazdı. Ben biri bana bir şey yaptı mı babama değil gider dedeme söylerdim. Ondan korktukları içinde kimse bana dokunamazdı. Hatırladığım iyi anılar bunlar kötüleri ise onun hastalığı ile ilgili. Bir tanesi geceydi. Dedem eve gelmişti. Kapıyı açtık ve kapının açılması ile 5-6 yaşında olan benim için dev gibi olan dedem yere antrenin ortasına hemen kapının dibine boylu boyunca yatırıldı. Babam hemen ambulans ve doktor çağırdı. Kuzenlerimi ve beni annemle babamın yatak odasına kapadılar. Dedemi o gün tekrar hastaneye yatırdık. Ve son günü dedemin öldüğünü benden sakladılar. O sabah babam bizi dayımlara götürdü. Ablamlar la oyun oynayarak bütün günü geçirdim. O günle ilgili hatıralarımdan en önemlisi mavi bir sandalyeydi. O mavi sandalye bizim mutfağın demirbaşı idi ama o gün eve geldiğimde merdivenlerin altında öylece başı boş duruyordu. Neden orada olduğunu bilmiyordum. Sonra öğrendim ki dedemin cenazesini eve getirince onun üzerine koymuşlar. Ama o gün orada neler olduğunu anlayacak yaşta değildim akıl edemedim dedemin öldüğünü yukarı eve çıktım. Büyük amcamın gelini helva yapıyordu evde kur an okunuyordu. Çocukluk ya bir tabak dolusu helvayı aldım. Salonun ortasına yere oturdum ve yedim ama ne olduğunu neler olduğunu bilmedim. Sonra nasıl öğrendim nerden duydum onu bile hatırlamıyorum dedemin öldüğünü olmayışını yadırgamamıştım çünkü dedem son dönemlerde hep hastanedeydi. Bir gün mezarlığa götürdü büyük amcam bizi bütün kuzenlerim ile beraber dedemin mezarına, ağladım mı hatırlamıyorum. Oradan da babaannemin mezarına gittik. O babam ile annem evlenmeden ölmüştü o yüzden onu tanımıyorum. Dedem için ağladığım tek zaman bir saçmalık için ağlamaya başlamamın ardından dı. Hiç unutmam ilkokuldaydık. Pasolar için resim çekilecekti. Ama benim huyumdur anneme babama sormadan bir şey yapmazdım o zamanlar o yüzden çektirmemiştim. Annemde kızmıştı neden çektirmedim diye. O kızınca ağlamaya başlamıştım. Sonra da kopmuştum annem neden bu kadar ağladığımı sorduğun da dedemi özledim demiştim. Ağlamış ağlamıştım.

29 Ağustos 2010 Pazar

Bal arısı misali

bildiğiniz gibi bal arılarını kızdırmak onların hayatlarına son vermek demektir. siz gider arıyı kızdırırsınız o gelir sizi sokar ve sonuç bal arısı iğnesini sizde bırakır ve ardından ölür.
merak ettiğim acaba yaptıkları sokma eyleminin ölümlerine neden olacağını biliyorlarmı. kısa bir araştırma ile sadece bal arılarının bu yolla öldüğünü öğrendim. madem onlar ölüyor neden diğerleri ölmüyor.
arıların kendilerini koruma dürtüleri altında kendi ölümlerine sebep olmalarından yola çıkarak insanlarında her ne kadar ölümlerine neden olmasa da kızgınlıklarının bedellerini kendi canlarını acıtarak ödediklerini görürüz.
neden sizi kızdıran yada üzen bir durumda saldırganca tepkiler verirsiniz bunu hiç düşündünüzmü. atalarımız boşuna keskin sirke küpüne zarar dememişler.
kızgınlık ve arkasından olanlardan sonra her zaman bedeli ödeyen insanın kendisidir. düşünün acele bir yere giderken lastiğiniz patlar siz gider lastiğe bir tekme atarsınız sonuçta ne olur sizin ayağınız acır. (garip bir örnek farkındayım)
aslında sadece kendinize zarar veriyorsunuzdur. sükünet ve metanet ile karşılamayı bilmeyiz düşünmek, değerlendirmek, doğru kararı vermek asla aklımıza gelmez.
bizde etki hemen tepkiye dönüşür.
bunu neden yazdım onuda bilmiyorum kafam arılara ve kızgınlıklarına takıldı. sonra insanlarında doğasında böyle bir taraflarının olduğunu hatta çok fazla karşılaşılan bir durum olduğunu farkettim.

27 Ağustos 2010 Cuma

ben mi bu bilgisayarı öldürecem o mu beni

bildiğiniz üzere bilgisayarım tamirdeydi gelmişti. sonra gene arızalandı ve 10 günün ardından bugün bilgisayarıma kavuştum sevinçliyim.
ekranımda bulunan vampir edward resmimi, mediaplayırım daki şarkılarımı yazılarımı her şeyimi özlemişim.
farkettim ki ben bu bilgisayara fazlaca bağlanmışım. aslında şirketin demirbaşı ama herhalde şirketten ayrılırken bunuda alır giderim.
tabii o zamana arızalanıp ikimizden birimiz diğerimizi öldürmez ise....

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Paket Bu

Bir arkadaşım erkek ve kadın arasında hangi cins daha fazla yalan söyler diye yazmış. Ve elbette kadınlar demiş.
Neden mi? Kadınlar gerçek yüzlerini göstermezler, gerçek bedenlerini sergilemezler, gerçek iç dünyalarını ise asla göremezsin.
Gerçek yüzlerini göremezsin çünkü her sabah bir erkeğe yada etrafında ki insanlara güzel gözükmek için uykusundan feragat eder. Bir saat makyaj yaparlar. Yüzlerinde ki yorgunluğu, çizgileri dünyanın en büyük sektörü olan pahalı makyaj malzemelerinin ardına gizlerler. Amaç nedir? Karşındakini kandırmak.
Sabah uyandığında ayna da sana bakan yüz kendi yüzün olmayacak sanki. Gece yattığın gibi muhteşem kalkacaksın sanki, yalan. Bu sadece televizyon da olur.
Sonra vücudun geliyor. Pürüssüz ve bronz bir ten tekstil sektörünün nimeti sarkan gögüsler için dikleştirici südyenler, popo kaldıran iç çamaşırları, bacakları güzel gösteren parlak çoraplar ve tabii ki muhteşem göz alıcı bir elbise.
Onun ertesi sabahı daha beter. Düşünsenize arkadaşlarınız habire olmayan vücudunuzu över, beraber olduğunuz adamın gözlerini öyle bir boyamışsınızdır ki adamın yanında sabahları çıplak olmayı düşünemez gizlenmesi gereken her şeyi gecenin karanlığına bırakırsınız. Ve vala aynada ki gerçek haliniz.
Ve tabii saçlar. Saçlarının rengi ne kadar doğal der bir arkadaşınız sizde keyifle teşekkür edersiniz. Oysa bir kaç gün önce boyatmışsınızdır. Kandırmaca nın en önemli görsel destekçisi saçlardır. Kesimi ve şekli ile bazen masum, bazen seksisinizdir.
Ama tüm bunlar bir gerçeği asla değiştirmez. Gerçek sabah aynada gördüğünüz ham halde ki o kadındır.
Bende tüm bu beni çekici, seksi, alımlı yapacak bir şeylere karşı biriyim. Kuaföre gider saçlarımı kestiririm. Ne model yapalım dediğinde beni sabahları uğraştırmayacak bir model olsun der kestirir çıkarım. Sabahları sadece saçlarımı şöyle bir tararım. Ne fönüne ne jölesine bakarım.
Makyaj hak getire sabah sabah yapılabilecek en büyük işkence hele bir de yüzünüz düzgün değilse bir saat uğraştırır sizi. Çok şükür yüzüm düzgün ama orantı hassasiyeti var bende çektiğim kalemin uzunluğu aynı olmazsa deliririm ben. o yüzden beni belki farklı ve güzel gösterecek bir makyaj yerine doğal olmayı sadece özel zamanlar da makyaj yapmayı tercih ediyorum.
Dik gösteren südyenler yerine toparlayıcı südyenler kullanıyorum. Çünkü kiloluyum yani bu konuda biraz dünya nimetlerinden faydalınıyorum. Ama yukarıda bahsettiğim diğer şeyleri kullanmıyorum. Aynaya baktığımda başkalarının beğenisinden çok kendi beğenime önem vererek giyiniyorum.
Etrafımda ki insanlar yaşın aldı gitti. Kendine biraz özen göster de bir koca bulursun diyorlar. Açıkça yalana teşvik ediyorlar. Bense onlara aynen şu yanıtı veriyorum.
Kimseye yalan söyleyemem paket bu beğenen alır beğenmeyen almaz. Sanki adam beni günün her dakikası boyalı kınalı görecek hayır beni çoğunlukla doğal halim ile görecek eee o durumda da doğal halimi ne kadar erken görürse o kadar iyi olur.

24 Ağustos 2010 Salı

Benim Klasiklerim

Klasik filimlere kafayı takmış durumdayım.
Benim için klasikten kasıt sinema dilinde klasik olarak görülmesede bana göre klasik olanlardır.
Mesela dün uzun zamandır aradığım bir filmi internetin baş nimetlerinden biri olan youtube sayesinde bulabildim.
Brook Shields in Lambert Wilson ile baş rolünü paylaştığı 1983 yapımı SAHARA, gerçi ingilizce seğretmek zorunda kaldım. Ama olsun bir şey anlamasamda, son seğrettiğimden bu yana uzun zaman geçsede böylesine güzel bir filmi tekrar seğretmek çok güzeldi.
Sonra Romy Schneider'in SİSİ serisi, Rüzgar gibi geçti, Excalibur bunlardan sadece bir kaçı.
Aklıma geldikçe netten arayıp buluyorum ve zevkle izliyorum.

22 Ağustos 2010 Pazar

Kiloluyum diye pantolon mu giymek zorundayım ?

Bildiğiniz üzere ben kilolu bir bayanım ve yaz başından beri kot pantolonetek kendi bedenime uygun bulamadım. Taktım mı takarım ya ne yapıp edip o pantolon eteği bulacağım neyse...
Arama çalışmaları esnasında bir şeyin farkına vardım. Bir çok mağazada artık eskiye nazaran büyük beden bölümü var. Ama gariptir bütün kıyafet kombinasyonları tunikler ve pantolonlar üzerine.
Tamam pantolon şişman bir bayanı inca görteriyordur. Bu fikri kabul edebilirim. Ama sırf kiloluyum diye her ne kadar yazlık olsalarda pantolon giymek zorundamıyım. Şöyle tiril tiril etekler giyip havanın güzelliğinin tadını çıkaramayacakmıyım.
Hayır çıkaramayacağım anladım. Bir sürü mağaza gezdim ve tek bir etek bile yok. Bunuda bir kenara koy o tunikler ne ya hepsi kokoş pullu, boncuklu
Şu tasarımcılara sanırım birileri kadınlar sadece misafirliğe gidiyorlar yada şık ofisler de çalışıyor diyor galiba.
Şişmanım diye spor bir tişört yada bir etek giyemeyeceğim anladım. Benim bütün gardolap güme gidiyor bunuda anladım. Acil olarak kıyafet konusuna yatırım yapmam lazım buda işime gelmiyor. Ne yapacaz bakalım hayırlısı....

20 Ağustos 2010 Cuma

Kocaman Harflerle POZİTİF

Arkadaşım filiz pozitif düşünce ile hayatımı değiştirme gücüm olduğunu söylüyor.
Haklımı? Aslında genel düşününce haklı olduğunu söyleyebilirim.
Güne güzel başladığım da mutlaka o gün güzel geçiyor.
İnsanın kendisini sevmesi gerektiğini söylüyor.
Her gün aynada kendi kendine seni seviyorum demek gerektiğini her günün güzel olduğunu telkin etmek gerektiğini düşünüyor.
Tüm bu söylediklerini düşününce gülümsedim.
Haklı çünkü hep kendimi sevdiğimi düşünürdüm. Ama sanırım artık fazla sevmiyorum. Bir gazetede çok gülen kişilerin uzun ömürlü olduklarını okumuştum.
Aslında farkettim ki uzun zamandır gülümsemiyorum. Gülmüyorum.
Oysa ben çok fazla gülerdim. Hatta insanlar söylenen çoğu şeye güldüğüm için kızarlardı. Oysa şimdi sanırım yeni çalışma yerimden dolayı gerginim fazla yalnız kaldım. Eskisi gibi gülmüyorum. Eskiden tanrım kelimeye bak sadece altı ay önceydi oysa iş arkadaşlarımla, müşterilerimle hatta ara ara patronlarım ile konuşur mutlaka gülecek bir şey bulurdum.
Şimdi insanın kendisini sevmesinden gülmeye nasıl geldik diyorsunuzdur.
Ben gülünce kendimi mutlu hissederim. Gülmek hatta gülümsemek için bulduğum her fırsatta içimde ta derinlerde bir şey kıpırdar. öyle durumlar da da kendimi daha çok sevdiğimi anlarım. Çünkü keyif almış ve mutlu olmuşumdur.Buda etrafıma pozitif olarak yansır.
Haklısın filiz pozitif düşünce her şeyi yoluna koyuyor. Ve bundan sonra daha fazla pozitif düşünmeye ve gülümsemeye çalışacağım.
Şimdi aynısını sizde yapın derin bir nefes alın, gülümseyin ve kendinizi sevdiğinizi düşünün hatta düşünmeyin kendinize bunu söyleyin.
Ben bir süredir unutmuştum siz sakın unutmayın.
Ramazan dolayısı ile dışarı çıkmaktan hoşlanmıyordum. Ama en azından yarın bir kaç saatte olsa dışarı çıkıp vakti geçirmeye karar verdim. Planımda aksaklık olabilir olsun, olursa pazar giderim.
Ne mi yapıcam biraz alışveriş var kafam da. Ama merak etmeyin öyle kıyafet felan derdin de değilim. Kadınların kendilerini kötü hissettiklerinde morallerini düzeltmek için kendilerine çektikleri bir ziyafet vardır.
Kocaman çikolatalı bir pasta alıcam. Bu bile beni mutlu etmeye yetti.
Tamam kabul ediyorum kilo verme işini bir katkı sağlamayacak daha sı ramazan'da zaten pek iyi gitmiyor. Kısaca ara verdim diyelim.
Tamam biliyorum vazgeçti diyorsunuz ama maazeretim var.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

istemek yetmez

küçük bir çocukken pembe hayalleriniz vardır. erkekseniz büyüyünce pilot, mühendis hatta babanızın aldığı kırmızı itfaiye aracına atfen itfaiyeci olmayı kafaya koyarsınız, kızsanız doktor, öğretmen ve tabii ki anne olacaksınızdır. o an ailenizin yaşam şekli, geliri, eğitim seviyesi sizi ilgilendirmez. aileniz gözünüzde o kadar büyük kahramanlardır ki siz ne isterseniz yerine getirecektirler. ama büyüdükçe ailenizin yaşam şeklini benimsersiniz. onlar gibi olmaya başlarsınız, hayallerinizi yaşam tarzınız yönlendirmeye başlar.
neden böyle bir konuya daldım. bilmiyorum sanırım bu gün okuduklarım etkiledi beni geçmişi düşündüm. kendi pembe hayallerimi düşündüm çocukken ben ne hayal ediyordum.
aslında hep hayal kırıklıklarım vardı. ben de çok garip bir durum söz konusu nasıl izah edilir nasıl yazılır bilmiyorum. ama ne zaman bir şeyi çok istesem o mutlaka olmuyor. negatif enerji yayıyorum sanırım. çocukluğumdan beri böyle. o yüzden bir şeyi çok fazla istememeyi onunla ilgili hayaller kurmamayı öğrendim. ama hala akıllanmıyorum bazen bazı şeyleri hala çok istiyorum ve hala hayal kuruyorum. neyse geçmişe dönelim.
çocukken hiç doktor olayım, öğretmen olayım hayallerim yoktu. okul hayatım fena değildi. iyi notlar alırdım ama hayallerim yoktu. yalnış hatırlamıyorsam ilk hayal kırıklığım ilk okuldaydı. o zamanlar ilk okul ve orta okul ayrıydı. ilk okulu bitirince şimdiki meslek liseleri yada fen liseleri sınavları gibi sınavlara girerdik. ben ilk defa o sınavı kaybettiğimde bozuldum. ama şimdi düşününce istediğim asıl şeyin o olmadığını biliyorum. o zamanlar dans etmek resim yapmak istiyordum. aslında girdiğim her sınav ailemin isteği idi. orta halli bir ailenin ilk çocuğuyum ailemin beni öyle özel okullara gönderecek, özel dersler verdirecek, kurslara gönderecek parası yoktu. devlet okullarında okudum. orta okul son sınıfta iken bu seferde meslek lisesi sınavlarına girdim. kimya okumak istiyordum. iyi bir öğrenciydim. ama sanırım sınavlarla aram iyi değil. benden daha kötü durumda olanlar kazanırken ben kazanamadım. bu sefer üniversiteye gidemezsem bile elimde bir mesleğim olsun diye liseyi ticaret lisesinde okudum. oraya bile torpille girdim. ama beni oraya sokan hocamı çok şükür pişman etmedim. o yıllar lisede okurken bile tek hayalim çok garip olacak belki asker olmaktı. ki o zamanlar orduda ki kadın asker sayısı o kadar azdı. liseyi bitirdikten sonra üniversite sınavında askeri okullara başvurmak için yeterli puanı toplayamadığım gibi istanbul içinde her hangi bir okula gidecek puanıda toplayamadım. ailem üniversite konusunda net ti ya istanbul ya aöf. en sonunda hem çalışıp hem okumaya karar verdim. ama diyorum ya hep sınavlar la aram kötü. bu esnada süper bir iş teklifi aldım. ama onuda üniversite diplomam olmadığı için kaçırdım. çünkü hala okuyordum. sonra okuduğum bölümü okumak istemediğime karar verdim. ve okulu bıraktım. kahraman olmayı kafaya koymuşumya polis olmak için başvurdum. her aşamayı geçtim. kahrolasıca boyum iki santim kısa diye sınavı kaybettim. ilk defa o zaman işte oturup bir şeyi çok istediğim de elde edemediğim için saatlerce ağladım. o noktadan sonra bir şeyi çok fazla istememeye karar verdim. hani hep derlerya ne kadar çok istersen istediğin olur diye. yok o bende işe yaramaz ben neyi çok istersem o olmaz.kısacık bir kaç örnek
istanbulda ki ilk formula 1'i izlemeyi o kadar çok istedim hatta bilet parasını bile ayarladım ama yarışa bir hafta kala araba ile kaza yaptım bütün para tamire gitti.
ben 16 yaşında iken kuzenlerimden en büyük olanı evlendiğinde 18 yaşıma geldiğimde mutlaka evleneceğim derdim. 32 yaşındayım ve hala bekarım.
en sonuncusuda iki hafta önceydi. arkadaşlarım istanbula geldiler. onları görmeyi o kadar çok istedim ki son dakikaya kadar her şeyi ayarlamama rağmen son dakika da iptal oldu.
ve sırf bu istediklerimin olmaması nedeni ile içimde bir korku oluştu. bir gün çok istediğim bir şeye sahip olursam onu kaybetme korkusu. ortada hiç bir şey yok ama ben sahip olmadığım bir şey için daha şimdiden kaybetme korkusu yaşıyorum.

16 Ağustos 2010 Pazartesi


ÜLKEMİZDEKİ İSMİ: Sihirli Şövalyeler
YAPIM: CLAMP-Kodansha-YTV-Dentsu-TOKYO MOVIE SHINSA CO.,LTD.
YAPITLAR: 6 bölümlük manga, 49 bölümlük çizgi dizi,3 OVA,2 tane Konsol-RPG oyunu.
ORİJİNAL HİKAYE: Nanase Ohkawa, Keiko Maruo (CLAMP).
ORİJİNAL KARAKTER TASARIMI: Mokona Apapa, Mick Nekoi (CLAMP).
KARAKTER DİZAYNI: Atsuko Ishida, Masahiro Yamane.
ORİJİNAL SESLENDİRME(Anime): Shiina Hekiru (Hikaru Shidou), Yoshida Konami (Umi Ryuuzaki), Kasahara Hiroko (Fuu Hououji).
FON MÜZİKLERİ(Anime): Hayato Matsuo
YÖNETMEN(Anime): Toshihiro Hirano
YAPIMCILAR(Anime): Michihiko Suwa, Shigeki Nakamura, Masahito Yoshioka

Magic Knight Rayearth (kısaca MKR), ilk olarak CLAMP tarafından 6 bölümlük manga serisi olarak çıkarılmıştır. Daha sonra ise; CLAMP, Kodansha, YTV, Dentsu ve TOKYO MOVIE SHINSA CO., LTD.’nın ortak yapımı ile çizgi dizi olarak televizyonlarda gözüktü. Ayrıca, Türkiye’de de birkaç televizyon kanalında, baştan sona tüm bölümleri yayınlanan nadir animelerden birisidir. Bunlarla beraber üç OVA bölümü ve iki tane de konsol oyunu (SuperFamicom ve SegaSaturn için) yapılmıştır.

Magic Knight Rayearth’ın hikayesi;Japonya-Tokyo’da yaşayan, Hikaru Shidou, Umi Ryuuzaki ve Fuu Hououji isimli üç genç bayanın Prenses Emeraude tarafından adına “Cephiro” denilen mistik bir dünyaya çağırılmasıyla başlıyor.Hikaru, Umi ve Fuu (Türkiye'deki televizyon kanallarındaki isimleri ile Lucy, Marina, Anemon) hikayede baş kahramanları oluşturuyorlar.

Hikaru, Umi ve Fuu,Yüksek Rahip Zagato tarafından kaçırılan Prenses Emeraude'yi kurtarmaları için Cephiro'ya çağırılırlar. Fakat bundan önce uzun bir yolculuğa çıkmaları,bu yolculuk esnasında Cephiro’nun üç efsanevi tanrısını diriltmeleri ve bununla beraber efsanevi “Magic Knights (Sihirli Şövalyeler)” olmaları gerekmektedir. Çünkü bunu sadece başka bir dünyadan çağrılan kişiler yapabilir, efsaneye göre...

Yolculuk boyunca kızlar,değişik arkadaşlarla tanışırlar. Usta Büyücü GuruClef, onlara gelişebilen zırhlar verir ve sihir öğretir; Presea ise “Escudo” isimli efsanevi mineraldenkızlara gelişebilen kılıçlar yapar. Mokona isimli, tavşan benzeri sevimli yaratık ise kızlara efsanevi tanrıların(Mashin) uyudukları tapınaklara kadar rehberlik eder

Mashin, Cephiro'nun koruyucu tanrılarının ortak ismidir. Diğer dünyadan çağrılan kişiler Sihirli Şövalye olmak için üç Mashin'i diriltmek ve aynı zamanda onlara kalplerinin gücünü ispatlamak zorundadırlar. Üç Mashin de üç ayrı mekanda uyumaktadır:

Celes(Ejderha görünümüne sahiptir), okyanusun altındaki su tapınağında
Windam(Anka Kuşu görünümüne sahiptir), havada asılı duran rüzgar tapınağında,
Rayearth(Alevden yeleli bir aslan görünümüne sahiptir), volkanın içindeki ateş tapınağında uyumaktadır.
Taaki Sihirli Şövalye olmak için diğer dünyadan çağırılan kişiler, onları diriltinceye kadar...

Yolculuk boyunca kızlar çeşitli canavarlarla savaşırlar,yardıma muhtaç insanlara yardım ederler. Duruma göre kılıçları ve zırhları gelişir, ayrıca yeni sihirli güçler keşfederler. Uğraşmaları gereken şeylerin başında ise; kızların Prenses Emeraude’ye ulaşmalarına engel olmaya çalışan, Zagato’nun dalkavuklarıdır (Alcyone, Ascot, Caldina, Lafarga ve Inouva). Hikaru, Umi ve Fuu birlikte pek çok zorluğu atlatırlar. Bu sırada aralarında güçlü bir dostluk bağı oluşur. Gördüğünüz gibi Magic Knight Rayearth’ın hikayesi adeta bir Konsol-RPG oyununa benziyor. Zaten Umi ve Fuu da bunun farkındalar ki seriyi izleyenler, Umi ve Fuu'nun bu konu hakkında konuştuklarına şahit olmuşlardır.

Cephiro, çekirdek sistemine dayalı mistik bir gezegendir. Her şey irade gücüne bağlıdır. İradesi güçlü olan bir kişi, yapmayı istediği herhangi bir şeyi eğer çok isterse kolaylıkla yapabilir. Bu yüzden Cephiro'da sihir gibi şeyleri yapmak imkansız değildir. Cephiro’nun çekirdeği olan kişi, aynı zamanda iradesi en güçlü olan kişidir. Çekirdek, sadece Cephiro’yu düşünmeli, Cephiro’nun huzuru ve barışı için sürekli dua etmelidir. Aksi takdirde Cephiro yıkılmaya, ölmeye başlar. Bünyesinde canavarlar oluşur ve tüm dünyada terör ile korku hüküm sürer. Canavarları yaratan ise insanların kalplerindeki korkunun ta kendisidir.

Hikaye işte bu noktada başlıyor.
çekirdek yani cephiro'nun varlığını sağlayan kişi artık sadece cephiro'yu düşünmüyorsa içinde hiç bilmediği yepyeni bir duygu varsa işte işler tam bu noktada karışıyor. prenses emereude kendisine dualarınden yardımcı olması için görevlendirilen baş rahip zagatoya aşık olursa, zagato aşkına karşılık verirse ne olur emereude artık sadece cephiro için dua etmez aşkına kavuşmak içinde dua eder. ama ettiği bu dualar cephiroya bağlılığını zayiflatır ve onu parçalarsa işte o zaman kıyamet olur. nitekimde öyle oluyor ve emereude kendisini durdurmaları için sihirli şovalyeleri çağırıyor. çünkü emeruede'u sadece başka dünyadan gelen sihirli şovalyeler öldürebilir. ancak amaruede ölürse yıkım sona erecektir. sihirli şovalyelere geliş nedenleri olarak zagatonun kaçırdığı prensesi kurtarmak olduğu söyleniyor ve ilk sezonun sonunda gerçek geliş nedenlerinin emeruede öldürmek olduğunu öğreniyorlar. çünkü emeruede'un zagatoya kavuşmak için dilediği son dilek bu. kahramanlarımız bu zor görevi yerine getirip kendi dünyalarına döndüklerinde kendilerini suçlamaktan geri kalmıyorlar ve işte bu noktada da ikici sezon başlıyor
cephiro'yu artık düşünen biri yoktur. emeruede ve zagato savaşta ölmüşlerdir. cephiro yeni çekirdek olmadığı için parçalanmaya başlamıştır. buda yetmezmiş gibi cephiroyu ele geçirmek isteyen dış güçler vardır. kahramanlarımız tekrar cephiroya döner ve yeniden savaşmaya başlarlar. bu sefer ki görevleri yeni çekirdek bulunana kadar cephiroyu korumak. ama işte bu noktada işler karışır. hikaru sadece yeni düşmanlarla değil kendi ile de savaşmak zorundadır. çünkü kendi korkularından yaratılmış tıpkı hikaruya benzeyen bir kız vardır. nova tek hedefi hikaruyu ve sevdiklerini öldürmektir.
tüm bu büyücülerin mashinlerin düşmanların ortasında yeni bir aşk tomurcuklanmaya başlar. bir önceki sezonda bulunan kahramanların arasına yeni bir kahraman eklenmiştir. zagatonun kardeşi lantis...
aslında ikinci sezon tamamen hikaru üzerine yazılmış denebilir. hikaru lantis ile tanıştığında ona karşı kendini suçlu hisseder çünkü kardeşini öldürmüştür ve lantis ona çok soğuk davranmaktadır.yavaş yavaş lantise doğru çekilir farkında olmadan ona aşık olur ve bu aşkı bir dövüş sırasında nova farkeder. aynı dövüşte nova hikarunun kılıcını kırar ve hikaru kılıcını geri getirmek için kılıç ustası presea ile bir yolculuğa çıkar. bu yolculuk esnasında nova tarafından sınanır ilk sınavı görev arkadaşlarına karşıdır ama ikinci sinav lantise duyduğu aşk'a karşıdır. ilk sınavı kazanır ama ikinci sınavda yerlebir olur. presea'nın gelip onu kurtarması sayesinde sınavı verir ve kılıcını tekrar oluşturur. ama çok yorgun ve bitkindir. tüm bu olaylar olurken lantis hikarunun kendisi için verdiği sınavın farkına varır. onun acısını çeker yanına gitmek için çabalar odaya girdiğinde hikaruyu yerde bulur onu kaldırır kollarına alır ve işte o noktada hikaru lantise aşkını itiraf eder. gelgelelim sonradan bunu hatırlamaz ama farkında olmadan lantis ile aralarında ki durum değişmeye başlar. lantiste yavaş yavaş ona aşık olmaya başlamıştır. hatta ona annesinin hadiyesi olan bir kolyeyi vererek hikaruya kendisi için ne kadar değerli olduğunu gösterir. ama gene yalnış anlamalar ortada döner.
bu arada diğer düşmanlarla savaş devam etmektedir.
cephiro'nun simgesi çekirdeği temsil eden tac yeni bir çekirdek bulunduğunda formunu değiştirmeye başlar. yeni çekirdek kimdir bu soru clef'in kafasında dönüp durur çünkü tac form değiştiriyordur.
bu arada hikaru ikinci sınavını gene lantis için verir. nova lantisi kaçırır ve kendi mashin'inin içine yerleştirir. lantis yaralıdır baygındır ama mashinin içinde olduğu için kimse novaya saldıramaz. lantisin uyandırılması gerekiyordur. ve bunu sadece hikaru ve onun kalbi yapabilir. defalarca lantise seslenir ve onu uyandırır böylece ikinci savaşıda kazanır.
hikayenin sonu
hikaru ve arkadaşları novayı ve annesini yenerler. yeni çekirdek büyük bir sürpriz ile hikarudur.çünkü kalbi güçlüdür,saftır ve etrafına aşırı derecede bağımlıdır. ve hikaru prenses emeruede'nin yaşadıklarını bildiği için cephiro için tek bir dilek diler. cephironun çekirdeksiz yaşayabilmesini işte bu dilekten sonrada kendi dünyasına dönerken lantise onu sevdiğini söyler ve bu sefer aşkına karşılık bulur lantis'te cevap olarak onu sevdiğini söyler. kahramanlarımız kendi dünyalarına dönerler.

farkındayım romantik damarım tuttu. savaşın ortasında bile aşk buldum çıkardım.ama ne yapayım çocukluk zamanından kalma bir huy
ha bu arada o zamanlar manyak lantis hastasıydım. anime ama karizma üstelik geçen gün orjinal seslendirmeyi izledim seste fena karizma
tamam kaçığım farkındayım.

15 Ağustos 2010 Pazar

oruç, sahur, sıcak, uykusuzluk ne ararsanız

dört gündür hiç bir şey yazmamışım

sendrom ortada malum ramazan

aslında kiloma bakınca herkez yemekten ağlanacağım sanıyor ama

asıl derdim su malum hava sıcak hemde çekilmez derecede

susuzluk beni talan ediyor

bütün gün vantilatörün karşısında olmama rağmen susuzluktan ölüyorum

o yüzden ofiste bardakları bile ortadan kaldırttım

su ile ilgili bir şey görmeyeyim diye

eve gelincede mutfağa girmiyorum

tabii tek etki buda değil uyku düzenim talan oldu

malumunuz sahura kalk yemek ye uyu bünye alışık değil

ama yapacak bir şey yok

birde sıcak varki anam o beni tam talan ediyor geceleri duş alıp yatıyorum

sonra uyuyamayınca kalkıyor tekrar yıkanıyorum

uyudum uyudum bir daha

terlersem gene uyumak haram bana nitekim bu sabahta öyle oldu

pazar sabah saat 7 de ayakta olan kaç insan vardır acaba işi olanlar hariç

anam yatakta yatıp uyumak yerine sabah beridir ayaktayım

önce mp3 den müzik dinledim sonrada aldım bilgisayarı çocukluk zamanıma geri döndüm

ben çocukkene bir anime vardı sihirli şovalyeler diye bir kaç gündür ona taktım

netten buldum ve izledim ama son 8 bölüm yok uyuz oldum neyse buda bir şeydir

uzun zamandır arıyordum

dur onu size yarın anlatayım evdeyim resimler felan bulmam lazım uzun hikaye yani hem yarına konu olsun dimi

şimdi düşünüyorum sinemayamı gideyim evdemi oturayım

sorun gitmek değilde dönerken ev yakın olduğu için yürümem gerekiyor ama bu sıcak öldürüyor beni

11 Ağustos 2010 Çarşamba

çok sevinçli bir haber aldım

hepiniz bilirsiniz james cameron'ın sinema tarihindeki ilk tamamı 3d olan filmi avatar 15 ekimde kesilen sahneleri ilave edilmiş olarak tekrar vizyona giriyor.
süper bir haber oldu. kesilen bazı sahnelerle ilgili dedikodular yüzünden merak içerisindeydim hatta sırf o sahneleri görmek için dvd almıştım. ama kesilen kısımları koymamışlar neyse şimdi izleme şansım olacak.
filmin dvd'si olsada bayramda gidip istinye parkta tekrar izlemeye karar vermiştim. şimdi bir ay kadarcık daha bekleyip son halini izleyeceğim.

tavsiye eğer bu filmi izlemediyseniz yada izlediyseniz de tekrar izlemek istiyorsanız izleyebileceğiniz tek yer istinye park olmalı.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

armageddon ile eskileri yad ettik

dün akşam ARMAGEDDON'u izledim. eminim bir çoğunuz izlemiştir. bilindik hikaye müthiş amerikalılar gene dünyayı ve insanlığı kurtardılar. beni bu filme bağlayan en büyük sebep filmin soundtrack ı olan ve hala severek dinlediğim I don't wanna miss a thing bayılıyorum bu parçaya.

neyse filmi izleyince anılarım canlandı. sene 1998 o zaman ben bilgisayar kursuna gidiyordum. cumartesi idi sanırım çemberlitaş şafak'a gittik. yanılmıyorsam 5 kız 2 erkek. adlarını bile hatırlamıyorum şimdi. oysa o zamanlar her akşamımı onlarla geçirirdim. neyse armageddon'a seğrediyoruz. . filmin sonunda bruce wıllıce'in oynadığı harry karakteri ben afleck'in oynadığı ac karakterinin yerine astroidde kalır ve bombayı patlatmadan hemen önce ac ve harry arasında bir konuşma geçer ve ardından da harry kızı liv tayler'ın oynadığı grace ile harika ama çok duygusal bir konuşma yapar neyse filmin sonu bomba patlar ve dünya kurtulur. tüm bu sahne boyunca biz yedi arkadaş birbirimizin ağlayıp ağlamadığını kontrol ediyor bir yandan da sessizce ağlıyorduk. film bitti ışıklar açıldı. hepimizin ağladığı o kadar barizki hatta hala gözlerimizde yaşlar var. hatırlıyorumda sonra hepimiz bu halimizde çok gülmüştük. işte akşam gene filmi seğrederken o sahneler geldiğinde kendimi tutamadım hüzünlendim hatta bir kaç damla yaş bile geldi gözümden. sesim değişti ağlamaklı oldu. sonra da adını bile hatırlayamadığım o arkadaşlarımla olan bu güzel anım aklıma geldi.

8 Ağustos 2010 Pazar

bu hafta sonundan nefret ettim

aslında ramazandan önceki son hafta sonum olduğu için hayli keyifli başlamıştı. arkadaşlarım istanbula gelmişlerdi. onlarla görüşecektim. ailemle pikniğe gidecektim.
arkadaşlarımı göremedim. çünkü uyuz patronum toplantımızı mazeret gösterip önceden haber vermediğim için gitmeme izin vermedi. son dakikada iptal etmek zorunda kaldım. ve açıkçası patronumun bu tavrına çok içerledim. ama intikam yakın hissediyorum.
ailemle pikniğe gittim ama iğrenç geçti. ta karaburuna kadar gittim. millet övüp övüp duruyordu. gidip bir bakalım dedik. hiç beğenmedim. dönüşte iki saat gitmenin verdiği yolculuk sıkıntısı ile ailem ilk buldukları piknik yerine girdiler. çok kötü bir yerdi gölgelik bulamadım. acayip acayip tipler vardı etrafta kısaca bütün günü arabanın içinde oturarak geçirdim.
hafta sonunun tek kârı julie garwood'un yeni kitabı sır ı okumam oldu.

6 Ağustos 2010 Cuma

nerdeyse bir haftadır yazmıyorum.
sanırım gene bezgin olduğum bir haftadayım.
heyecan yok alışılagelmiş şeylerin dışında bir şey yok.
üzerimde bir ağırlık o yükle dolaşıp duruyorum