Pages

29 Ekim 2010 Cuma


CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN

28 Ekim 2010 Perşembe

yanında çalışanın hakkını yiyen
başkalarının hakkını yiyenden daha günahkardır
çünkü bilmeden yada farkında olmadan bunu yapmıyordur
bilerek bunu yapıyordur

26 Ekim 2010 Salı

hiçbir zaman politikadan hoşlandığımı yada bildiğimi ima etmedim bu güne kadar.
anlamam siyasetten, sevmemde
ülkem için hizmet veriyor gibi gözükselerde siyasetçileride sevmem o yüzden de hiç birini dinlemem.
oy verirmiyim. o kadarını yaparım.
neden mi bunları yazdım. bu sabah iş yerinde ki arkadaşım ile aramızda bir konuşma geçti. bana filmlerin yada oyuncuların fan siteleri ile ilgilendiğim hatta sürekli dizi izlediğim için çıkıştı. bir şey yapmıyorsunuz dedi.
eyvallah dedim. haklısın ben siyasetten anlamam, ne bakanların ne siyasetçilerin adını bilmem say desen bugüne kadar ki cumhur başkanlarını bile sayamam
pekii sen biliyorsunda ne yapıyorsun dedim.
yapıyorum dedi
ne yapıyorsun dedim.
hiç bir şey sadece konuşmak.....
bir kaç siyaset meraklısı ile bir araya gelip sadece çene çalmak. başka bir şey yok. boş, hatta fos
neden siyasetle hiç ilgim olmadı, neden hep kültürel sinema,müzik,resim gibi olaylara daha meraklıyım
sanırım kaypaklığı sevmiyorum. birde çabaların boşa gitmesini sevmiyorum. kendinizi inandığınız şey konusunda paralıyorsunuz, partinin yada şahsi fikirlerinizi kabul ettirmek için çabalıyorsunuz elde ettiğiniz şey en fazla seçimlerde bir oy.
dedimya siyaseti sevmem ülkemin bu halinide sevmem ve hayatta en çok sevmediğim şey boşa kürek çekmektir.
bende bu yüzden boşta kalan zamanlarımı boş siyaset yapmaktansa, sokaklarda elde edemeyeceğin bir şeyin peşinde koşturmaktansa kültürel olarak harcıyorum.
çünkü bu ülkenin gerçeğidir. iş gaza gelince arkanızda binlercesi vardır. ama icraata gelince iki kişiyi bulmazsınız.
ben bu konuda fransız gençlerinin sonuna kadar destekçisiyim kim ne yaparsa yapsın sonuna kadar direniyorlar.
mazeret değil ama günde 11 saat çalıştıktan sonra inanın bana o kaypak siyasetçileri hiç çekemem kafamı dağıtıp bir sonraki güne zinde başlayabilmek için dizi seğrederim, müzik dinlerim, kitap okurum.
çünkü ben onlar gibi bir halt yapmadan oturduğum yerde ayda 10000 tl maaş almıyorum. çünkü ben emek veriyor çabalıyorum. ama kimsenin ekmeğine el uzatmıyorum.
bir gün siyasetçiler gerçekten bu ülkeye hizmet ettiğinde işte o gün bende siyasetle uğraşacağım.




paramore'a teşekkürler

25 Ekim 2010 Pazartesi

moralim bozuk
aslında neden bozuk bilmiyorum uzun zamandır bildiğim bir gerçek yüzüme vurulduğu için evet bunun için bozuk sanırım
biliyorsunuz bu bloğa ilk yazmaya başladığım zaman kilo vermeye karar verdiğimi ve bununle ilgili gelişmeleride sizinle paylaşacağımı yazmıştım.
ama araya giren ramazan sayesinde kilo verme işi kulenin tepesinden yuvarlandı.
ama bugün doktorum ne olursa olsun kilo vermek zorunda olduğumu söyledi.
hatta diyetisyene yönlendirmek istedi ama
ben öyle bir yerde çalışıyorum ki diyetisyenin dediğini ne yapacak ne yaptıracak yerim var anlayacağınız tökezledim
ama ne olursa olsun kilo vermek zorundayım.
ve aşamalı olarak çözmeye çalışacağım kısacası ağzımı kapalı tutup abur cuburdan uzak duracağım..

18 Ekim 2010 Pazartesi

Avatar Special Edition

evet dünyanın ilk 3 boyutlu filmi olan avatar'ı ikinci sefer, eklenen 10 dakikalık bölümü ile izledim. keyifli idi. gerçekten eklemeler süper olmuş. james cameron'un yerinde olsam bu hali ile filmi vizyona sokardım.
bir sürü sahne eklenmiş ki gerçekten yerinde eklemeler olmuş. ama filmi seğrettikten sonra kafam da şu soru belirdi. acaba diğer çekilip'te eklenmeyen sahneler neler içlerinde neler var sanırım bunu görme şansımız hiç olmayacak bu açıdan da üzücü.
ben daha önce avatarı imax 3d olarak izledim. izleyici olarak imax 3d gerçekten harika bir tercihti. yeni versiyonu real 3d olarak izleyince aradaki farkı anlamanız daha kolay oluyor. real 3d'de ekranın kenarlarına denk gelen görüntüler bulanıklaşıyordu. ayrıca 3 boyut vermek için kullandıkları cisimleri ekrana yansıtırken ekran ufak geldiğinden alt yazılar orada burada dolanıyordu. filmin ilk başında görüntü bizi ormanın derinliklerine atmıştı. o sahneyi imax olarak gerçekmiş gibi yaşamıştım. sanki uçan bir şeyin içindeydim ve ağaçların yanından geçip gidiyordum ama real aynı zevki vermedi açıkçası.
tüm bunların dışında eklenen neler vardı...
yeni bir hayvan türünü gösterdiler. boğa'ya benziyorlardı.
navilere eğitim verdikleri okulu gösterdiler ki biliyorum o sahnenin devamında çok ilginç bir hikayesi vardı. çünkü anladığım kadarı ile insanlar o okulu basıp sağa sola ateş ederek orada olay çıkarmış, bir sürü mermi deliği vardı duvarlarda. ama tabii o kısmın devamını göremedik.
ilk versiyonda jack neytirinin adını grace'den öğrenmiş gibi bir hava yaratılmıştı ama öyle değilmiş hani ilk ağaçta kaldığı gece ateşin etrafında toplanmışlardıya orada neytiriye ismini soruyor ha bu arada hatunun ismi o kadar kısa değil şimdi sormayın aklımın ucundan köşesinden geçmiyor
boğa benzeri yaratıkların naviler tarafından sürü halinde avlandıkları bir sahne var ki muhteşem olmuş jack ikranın üstünden iki tanesini indirdi. ve gerçekten üç boyutlu deyeceğimiz bir olay oldu o sahnede savaşçılardan biri mızrak fırlattı ve bütün salon mızrak sanki bize geliyormuş gibi hissettik.
ateş böceğine benzer uçan yaratıklarla oynadıkları bir sahne ve ormanda geçen bir iki küçük ilave sahne var.
neytiri ve jack'in beraber olduğu sahne var ve tahminler doğrultusunda bu sahne sadece tüylerin birleştirilmesi olarak gösterilmiş.
ertesi sabah uyandıklarında hatırlarsanız ilk yıkım başlamıştı. o yıkımın ardından navilerin makineler saldırdığı ve 6 insanı öldürdüğü ve askerlerin arasında olayın anlatıldığı bir konuşma sahnesi var.
ilk versiyonda tsutey vurulunca havada boşluğa düşmüş gibi gösterilmişti. ama bu sefer toprağa düşene kadar geçen bütün sahne gösterildi.
eyvanın yardımı ile hayvanların saldırdığı sahnelere boğalarında sahneleri ilave edilmiş.
tsutey yere düştüğünde hala yaşıyordu. neytiri jack'i zehirlenmekten kurtardıktan sonra jack tekrar avatarına giriyor ve tsutey'in yanına dönüyor. tsutey kendisinin öldüğünü ve yerine jack'in geçmesini istediğini söylüyor. ama bunun olması için jack'in kendisini öldürmesi gerekiyormuş ve jack'te tsutay'in isteği üzerine bunu yapıyor.
hatırladıklarım aklımda kalanlar bunlar ama gerçekten çok beğendim. filmin ilk versiyonunun dvd'si vardı. şimdi bu versiyonunda dvd'sini çıkarırlarsa alacağım.
tekrar izlemek isteyenler ve hiç izlememiş olanlar içinde harika bir deneyim olacağına eminim.

16 Ekim 2010 Cumartesi

buraya ilk yazmaya başladığımda bir günlük gibi olmasını planlıyordum.
sonra araya sosyal şeylerde serpiştir dediler iyiden iyiye günlüğe sarma.
eyvallah dedim.
sinema,müzik ve gündelik hayattan şeyler koydum.
geçenlerde geçmişe bakarken farkettim ki uzun zamandır günlük namına bir şey yazmamışım.
evet arada ufak tefek şeyler var.
ama artık bloğum aklıma gelen her şeyi yazdığım bir mekan olmuş.
olsun böyleside kabulüm en azından aklıma gelen her şeyi yazabiliyorum.
neden biz evlatlar sürekli annemizden değilde babamızdan yakınırız
bloğunu takip ettiğim arkadaşlarım arasında ebeveynlerinden şikayetçi olanlar var buna bende dahilim sonuçta nesil çatışması yaşıyoruz
yada bunu mazeret olarak kullanıyoruz
daha da vahimi ebeveynlerinden şikayetçi olanlar genelde babalarından şikayetçi
oranı 9 baba ise 1 anne olarak görüyorum
şunu farkettim ki bu süreçte
annemiz ne derse desin bizi doğuran bakan büyüten o olduğu için ona karşı biraz daha affediciyiz galiba
ama diğer taraftan babamıza karşı aynı affediciliğe sahip değiliz
annemizin söylediği sözler bize o kadar ağır gelirken hatta bizi yıkarken onun karşısında suspus oluyoruz. diğer taraftan babamızın söyledikleri o kadar ağırımıza gitmiyor gitsede önemsemiyoruz yada en fazla tartışma çıkıyor sonuçta.
dünyanın cevapsız en büyük sorusu bu ebeveylerle çocuklar neden anlaşamaz
kendimce bir yanıtım yok ama galiba her daim ebeveyn çocuk ilişkisinden dolayı oluyor arkadaş olmayı beceremiyoruz galiba sorunda buradan çıkıyor.

14 Ekim 2010 Perşembe

sevgili blogcan
bu hafta yazma fırsatım olmadı.
geçen hafta çok fazla yazınca bu haftaya bir şey kalmadımı
yok aslında yazılacaklar vardı
bu haftaya kötü başladım canım sıkkındı
ama atlattım bu da sevindirici olan yanı
en kısa sürede yazacağım
ha bu arada takıntılı olan ben bu hafta afm istinye park sinemalarına taktım kafayı
avatar tekrar gösterime girecek demiştimya yarın giriyor
ama salak afm istinye fark filmi imax 3d olarak verebilecek tek sinema iken o salonda imax olmayan bir filmi oynatarak avatarı normal salonda veriyorlar

11 Ekim 2010 Pazartesi

Kadınmıyım? Erkekmiyim? Yoksa.....sadece suçlumu?

Kafamda üç yazı vardı.
Aslında kafamda değil içimde ta derinlerdeydiler.
Uzun zamandır yazmak istediğim bir kısmı toplumsal bir kısmı özel.
Bu hafta sonu ona dördüncü yazının konusunu da ilave ettim. Etti mi dört yazı
Birini 4 ekim de koydum bloğa. Gariptir aslında hepsini 4 ekimde yazdım en azından ufak tefek düzeltmeler haricinde ana yazıları, ama hepsini ayrı günlerde koymaya karar verdim.
Bu yazıda 4 ekim de yazıldı. Yayınlama işi bu güne kaldı. Sanırım bu hafta biraz fazla sosyal yazılar yazmak istedim.
Az önde bir hikaye ye dayalı bir blogta bir fahişenin hayatıyla ilgili kısa bir bölüm okurken aklıma uzun zamandır yazmak istediğim bu konu geldi.
Cinsiyet ayrımları ama öyle bildiğiniz kadın erkek ayrımı değil. Toplumun dışına atılan üçüncü cinsiyet eşcinseller.
1990 yılların ortalarına doğru özgürlüklerini kazanmaya başladılar. Halen daha birçok ülkede özgürlüklerini kazanmak yolunda ilerliyorlar. Birçok sorunla karşılaştılar bunlardan en önemlisi ise cinsel kimliklerinin kabul edilmemesiydi. Uzun yıllar boyunca bu kimliklerini sakladılar. Gizli buluşma mekanların da toplandılar, bir kadın ya da erkek gibi davranmak zorunda bırakıldılar. Hatta birçoğu cinsel tercihleri ortaya çıkmasın diye evlenmek zorunda bile kaldı. O zamandan bu güne çok fazla şey değişmedi. Özellikle Türkiye de yaşam standartları çok kötü. Göz önünde bulunan ünlü diye tabir ettiklerimiz evet biraz daha rahatlar ama alt tabaka olarak bilinen insanlar arasında olanlar çok farklı yerlere itiliyorlar. Sokaklara
Birçok insan televizyonda ya da basında ya da yakından onları gördükleri zaman iğreniyorlar hatta cinsel tercihleri sebebi ile başlarına gelmeyen kalmıyor. Birçok homoseksüel dayak yiyor aşağılanıyor akla gelmeyecek yöntemlere maruz kalıyorlar.
Peki? onları sokaklara iten şeyler neler. Cinsel tercihlerini açıklama noktasına gelene kadar her şey yolunda bir ailesi, arkadaşları ve işi var yani kısacası her şey yolunda. Her gün gazetelerde okuyoruz. Birçok eşcinsel tercihlerini kayıp edecekleri şeyleri göze alamadıkları için açıklamıyorlar. Çünkü onlarda biliyor ki bu açıklamanın ardından sonra başlarına gelecek şeyler azımsanmayacak kadar kötü. Önce aileleri sırtlarını dönüyor ama evlattır, kardeştir diyorlar gene kıyamıyorlar ama artık onların yanında yaşamasının imkansızlığına vardıkları için evden gitmek zorunda kalıyor. Sonra onu yeni, değişmiş aslında kendi benliğini bulmuş hali ile arkadaşları yadırgıyor. Selam sabah kesiliyor bu durumu anlayışla karşılayanlar elbette vardır ama erkeklerin bunu anlayışla karşılaması biraz zordur. Hemen o ibne ile ne işimiz olur denir yıllardır sürdürülen dostluk bir çırpıda silinir. Ardından iş yerinde ufak ufak farklılıklar olmaya başlar ve her ne kadar erkek gibi giyiniyor olsanız da, mesai arkadaşlarınıza bir yanlışınız olmasa da, çok iyi bir çalışan olsanız da işten çıkartmalar başlar. Toplum maalesef içinde bulundurduğu bu ayrımcı baskıyı dışarıya işte böyle zamanlar da vuruyor. Etrafınızda kaç tane eşcinsel çalışıyor bir bakın bakalım, benim etrafımda hiç yok çünkü öyle birini çalıştırma riskini kimse almaya cesaret edemez kendisi de tövmet altında kalır çünkü.
Sonra istemeden onları sokaklara itiyoruz. Homoseksüel isen eğer yerin sokaklarda fahişelik yapmak oluyor. Ait olduğun yer o kaldırım. Onlarda zamanla itildikleri bu noktanın gereklerini kabul edip oraya göre davranıyorlar. Aslında bütün fiziksel özellikleri erkek oldukları yönünde bağrınsa da “belki aralarında cinsiyet değiştirmiş olanlar vardır” kadın gibi görünmek için uğraşıyorlar. Aldıkları eğitim aile terbiyeleri ne olursa olsun sokaktaki her hangi bir fahişeden farkları kalmıyor. Önce traş oluyorlar hatta sakallardan ve tüylerden kurtulmak için östrojen hormonu almaya başlıyorlar. Sonra kafalarına bir peruk geçiriliyor ağır bir makyaj ve ille da olmazsa olmazı bu işin kop kuyu kırmızı bir ruj. Sonra dümdüz erkeksi göğüslerini ortaya koyan “aslında gariptir yani ben gösterecek bir şeyim yoksa saklarım” şaşalı bir büstiyer yada askılı bir tişört. Altına erkeksi adaleli ve katnem görünümlü bacaklarını ortaya seren mini bir etek ve fileli çoraplar. Katnem dedim kusuruma bakmayın ben bir erkekte kadınlar gibi düzgün bacakları görmedim o yüzden ama eminim onların içinde de güzel bacakları olan vardır. Ve gene bu işin olmazsa olmazı topuklu pabuçlar. Sonrada merter de yada harbiye de kendilerini o şekilde pazarlamaya çalışıyorlar.
İnanın bana müşterilerinin çoğu bildiğiniz normal erkekler kimi meraktan yatıyor onlarla, kimi onlarda farklı bir şey buluyor. Çoğu çoluk çocuk sahibi zaten basını karşılarında gördüklerinde kaçmalarının sebebi de bu.
Peki? bunda kim suçlu onları oraya iten bizler mi?
Yoksa cinsel tercihlerinden dolayı onlar mı?
Bence biz suçluyuz. Onları itiyor, yok sayıyor, hayatımızda hiç var olmamış gibi davranıp dışlıyoruz, ayıplıyor toplumun baskısını üzerlerinden eksik etmiyoruz. İşlerini ellerinden alıyoruz. Onlarda geçimlerini sağlayacak tek yola başvuruyorlar sokaklara. Aslında kimse onlara bu güne kadar sormamış
Eş cinselsin diye fahişemi olman gerekiyor?
Başka bir meslek yapamaz mısınız?
Elbette onlarından elinden farklı işler geliyor ama kaçınız onları yanınızda çalıştırır yanınızda kıvırtarak dolaşan bir erkeğe müsaade edersiniz. Ya da onun pantolon yerine etek giymesine işte tüm bu nedenlerden dolayı maalesef o insanlar sokaklarda ve biz bunun suçunu onlara yüklüyoruz. Aralarında şanslı olanlar ise bar yada disco gibi eğlence sektöründe çalışma fırsatı buluyor.
Lezbiyenler için durum biraz daha farklı onlar kendilerini erkeklere göre daha rahat saklayabildikleri için şu anda çok göz önünde değiller. Hatta birçoğunun dışarıdan baktığınızda bir kadından farkı yok. Sokaklara henüz düşmediler umarımda düşmezler.
Ama cinsel kimlikleri ne olursa olsun onlarda bizim gibi insanlar, içlerinde kötülük taşıdıklarını tıpkı kadın fahişeler gibi bu işi severek yaptıklarını zannetmiyorum. Eminim onlarda zaman zaman kendilerinden yaptıklarından utanıyordur. Ve eminki bir gün bizde onları buna zorladığımız için utanacağız.

9 Ekim 2010 Cumartesi

aslında bu gün buraya ekleyeceğim bir yazı vardı. daha pazartesi yazmıştım. sonra dün gece ondan da vazgeçtim. bir sonraki pazartesiye bırakırım dedim.
bu gün biraz komik biraz eğlenceli bir şeyler yazacaktım. ama o da olmadı.
yazdığım bir yazı yüzünden birilerini kırdım. üzgünüm ama yazdığım için pişmanda değilim. o sebeple bu günlük buraya kadar. bu günü pas geçiyorum.

7 Ekim 2010 Perşembe

Bir Garip İlişki

Hayatımız boyunca en büyük kırgınlıklar en sevdiğimiz en düşkün olduğumuz insanlardan geldi.
En çok kimden nefret ederim. Vazgeçemesem de hayatımda kimin olmamasını isterdim. Cevabı çok ama çok uzun zamandır biliyorum.
Babam
İnsan ailesinden ağlanır mı diyorsunuz duyuyorum
Ya da insan babasını sevmez mi?
Asıl sorun bu zaten benim en nefret ettiğim insan olan babam aynı zamanda en vazgeçilmez olan kişi.
Yani onla da onsuz da olmuyor.
Aslında ailemin geri kalanına sorarsanız da ona en çok benzeyen de benim.
Sanırım asıl sorunda bu noktadan çıkıyor. İkimizde aynıyız ve bu yüzden de çok fazla tartışıyoruz.
Babamla hep tartıştım hala da tartışıyorum. Sanmayin ki hep tartıştık. Tartışmalar 20 li yaşlardan sonra başladı. Çünkü çok fazla acılara sebep oldu. O gücü ellerinde tutmanın başarı olduğunu düşünen bir adam oysa gücü ona sağlayanın biz olduğumuzun farkında da değil. Ona gösterilen saygıyı, onun her dediğine tamam dememizin onun lugatın da tek bir karşılığı var. Ben bu evin reisiyim ve ben ne dersem o olur.
Aslında hep de öyle oldu. Kimsenin aklına ona baş kaldırmak gelmedi. Annem garibim köylü kadını köyden gelmiş babam ne derse he demiş olmaz dememiş böyle olmasın dememiş onu olduğu hali ile kabul etmiş.
Sonra bizler ben ve kardeşlerim hiç baş kaldırmamış, hiç yok olmaz dememişiz.
Düşünün bir kere kaç tane insan tanırsınız bu güne kadar ailesine tek söz getirmemiş, sokakta dedikodusu yapılmamış, babası ile annesi ile sesini yükselterek kavga etmemiş. Biz öyle çocuklarız işte. Bir süre öncesine kadar. Konuşsak ta bağrışsak ta hiç sesimizi yükseltmedik. hiç ters bir davranışta bulunmadık. Hiç ezmedik ezdirmedik. Mutala etmiyorum gerçekleri söylüyorum. 32 yaşındayım bundan 15 yıl kadar önce başladı ilk isyanım ilk utanç zamanlarım buraya bunları yazarken ilk defa itiraf ediyorum. Babam o zamanlar içerdi. Alkoliklik seviyesinde olmasa da içer kendini kaybederdi. Evde kavgalar başladı. Annem ve babam ardı arkası gelmeyen kavgalara girerlerdi. Annem babamın içmesini istemezdi. Utanırdım o zamanlar ondan bir seferinde dayımın düğününde rezil oldum onun yüzünden bir seferde evimizin olduğu sokakta asla söyleyemedim bunları yüzüne asla bilmedi utancımı. O çocuklarını kollamanın korumanın yeterli olacağını düşünüyordu. Onlara bu yolla her şeyi vermiş olduğunu aslında hiçbir şey vermiyordu. Ne kadar koruyucu olursanız olun kaderi değiştiremezsiniz. İşte ben o dönemlerde annemi, beni ve kardeşlerimi üzdüğü için babamdan nefret ettim. İçtiği zamanlar onu öldürmek istedim. O olmasa hayatımın daha güzel olacağını düşündüğüm zamanlar o kadar fazla ki. Aslında şimdi düşünüyorum da kendi güvensizliklerinin arkasına saklanmış bir adam babam. Hep güçlü gözükmeye çalışmış ama aslında hiç güçlü değil. En iyi savunma saldırıdır derler ya oda o yöntemi kullanmış. Hala çok fazla tartışıyoruz. Elbette tartışma nedenlerimiz değişti. artık içmiyor içemiyor. Şimdi işi hakaretlere vurarak saldırıyor. Üzerine çok gittiğimiz zaman bizi evden kovmayı bile göze alıyor. En son bana kızım değilsin dedi her ne kadar sonra bunu inkar etse de canımı nasıl acıttığını ona hiç söylemedim.
Eskisi gibi güçlü değilim eskiden öfkemi içime atar vursanız ağlamazdım. Şimdi öfkemi içimde tutamıyorum. Buda ağlamama neden oluyor, hatta kendimi kaybedip gözüm görmez hale geliyorum. Karşımda ki ne hiç beklemediği sözler sarf ediyorum. Değiştim acılarım ile değiştim ve şekillendim. Ama canım bazen o kadar çok yanıyor ki gerçekten eskisi gibi duygusuz bir varlık olmayı özlüyorum. Annem o zamanlar senin duyguların yok derdi bana keşke şimdi de olmasa…
Ama diğer taraftan ona kızsam da bağrınsam da kavga da etsek konuşmasak ta onsuz bir hayatı bilmiyorum. o hayatta ayakta kalırmıyım bunu da bilmiyorum.

6 Ekim 2010 Çarşamba

DİKKAT

Bir çok filmde gördüğümüz bir sahnedir.
Ama filme o kadar dalmışsınızdır ki gördüğünüz bu sahne gözünüzün içine sokulursa ancak algılarsınız.
Bir tabu, bir yasaktır anlatılanlar.
Birkaç film geliyor sadece aklıma içinde bağıra bağıra bu konunun işlendiği. Sanırım bunlar arasında beni en çok kardeş gibiydiler etkilemişti. Hatırlıyorum da o filme sadece brad pıtt oynadığı için gitmiştim. Bütün o tecavüz sahnelerini izlerken kendime ne kadar aptalsın demiştim. Dünyanın gerçeklerinden birine gözlerini kapatarak yaşıyorsun demiştim. O sahneleri izlerken midemin nasıl bulandığını hala hatırlıyorum. O filmi o sinema salonundan sonra defalarca televizyonda vermelerine rağmen izleme cesaretini bulamadım kendimde.
Küçücük bir bedeni defalarca kullanmak onun bir çocuk olduğunu akıl edememek nasıl bir şey bunu gerçekten anlamıyorum. Filmde bir mahkeme sahnesi vardı. Ve o sahnede dustin hoffman çocuklara tecavüz eden bir gardiyana şu soruyu sormuştu. Ölen gardiyanın adını söyleyerek çocuklarınızı onunla aynı odada yalnız bırakır mıydınız? demişti. Ve cevap yoktu. Nasıl cevap verebilirdi ki yıllarca o suçu kendide işlemişti.
Az önce pedofili’ler hakkında bir blog yazısı ve birkaç başlık okudum yazılanlara göre kimi bilim adamları pedofilliyi bir hastalık kimide bir sapkınlık olarak görüyor. Kimi tedavi edilebileceğini kimi tedavi edilemeyeceğini söylüyor ve Avrupa da yeni uygulanan tekniklerle hastaların cinsel ihtiyaçlarının ortadan kaldırılması için ameliyat edilerek cezalandırılmalarını söylüyor. Ama bizim ülkemizde maalesef bu konuda cezalar yetişkinlere yönelik olan cezalarla aynı.
Ülkemizde birkaç yıl öncesine kadar çocuklara tecavüz vakaları yok sayılıyordu. Ne gazeteler ne televizyonlar da bu konuda haberler duyamazdınız.
Yok muydu?
Yoksa biz mi gözlerimizi kapamıştık.
Yoksa bu kadar aşağılık insanların aramızda olabileceğini hiç düşünemiyor muyduk? Oysa onlar hep aramızdaydı. Fark ettim ki cahilmişim. Bu konuları hep göz ardı etmişim. Hep kafamda bunu bir çocuğa kimse yapamaz düşüncesi varmış. Hatta daha komiği bir erkeğin bir erkek çocuğuna nasıl tecavüz edebileceğini kabul edememiş benim küçük beynim. Sadece her gün gördüğüm ama görmek istemediğim şeyleri silmişim beynimden. İşte kardeş gibiydiler ve arkasında gelen bazı yapımlar ve son yıllarda çocuklara yönelik basında yayınlanan cinsel suçlar sayesinde şimdi yaşamımızın bir parçası olduğu gerçeği ile yüzleştim.
Bir şehir efsanesiydi benim için, hep anlatılan hikayeler vardı sadece yaşamımda. Sonra 1994 yılında staj gördüğüm bankada çalışan bir memurun erkek kardeşini kaçırdılar çocuğa ne yaptılar bu gün bile sorunun cevabını bilmiyorum. evet bulundu ablasının söylemesine göre herhangi bir şey yapılmamış ama zavallı çocuk ona kendisine bir zarar verilmediği söylense bile buna inanmamış. Sonra geçen yıldı sanıyorum. Okurken ağlamıştım o küçük bebeğin hikayesini onunla ilgili her şeyi okumuş ona, onun o minnacık bebek bedenine bunu yapanları defalarca bir bir çeşit yolla lime lime etmiştim.
Bir yetişkin bile bunu kaldıramazken bir bebek bir çocuk nasıl kaldırabilir kendisine bir adamın bunu yapmasını. O küçük bedenini yaralamasını, berelemesini, kirletmesini. Hayatı boyunca derin yaralar taşır hatta bu yaralar o kadar derinlere işler ki yetişkin olduğunda kendisi etrafa zarar vermeye başlar. Kendine olanlarla baş edemez, psikolojik zorluklar yaşar.
Ama kimse o zaman o küçücük bedeni yapılanların buna sebep olduğunu düşünmez. O tertemiz, süt kokan bedene bir adamın ya da kadının kirinin bulaştığını düşünmez. Hatta öyle bir noktaya gelirler ki sağlıklı ilişkiler kuramaz, sağlıklı bireyler olamazlar.
O küçücük beden ve ruh artık kirlenmiştir. İyi örnekler var mıdır? Tüm bu eziyetli sürecin üstesinden gelen destek görerek yaşayanlar evet vardır. Ama ne kadarı bunu becerecek desteği almıştı bu tartışılır. Anne veya baba olarak en büyük görevimiz çocuklarımızı bu gibi durumlardan korurken onlara nelere dikkat etmeleri gerektiğini de öğretmek. Unutulmamalıdır ki bebeğiniz dünyanın en güvenli olan anne rahminde nasıl koruduysak şimdide onu korumakla yükümlüyüz.

5 Ekim 2010 Salı

Adı AŞK'mı Bunun

Bu aşk nasıl bir şey ki
Aşık olduğunuz kişinin size yaptığı bir çok şeyi sinenize çekmenize neden oluyor.
Oysa onun yaptığını bir başkası yapsa arkanızı döner çeker gidersiniz belki bir daha konuşmazsınız bile
Sanırım bir büyü bu karşınızdaki size ne yaparsa yapsın anlayışlı olmanızı sağlıyor
Diğer taraftan biraz feminen bakınca aslında kendinizden değerlerinizden vazgeçiyormuşsunuz gibi geliyor bana, mesela zamanla ona uygun olmak için değişiyor, asla taviz vermeyeceğiniz konularda toleranslı olmayı öğreniyorsunuz hatta daha ileri giderek o tavizsiz olduğunuz konuları unutuyorsunuz gidiyor. Oysa onlar değil miydi? Sizi siz yapan şeyler, sizin parçanız olan şeyler işte aşk bu kadar büyük bir büyü sanırım.
Ben yaşamadım o yüzden camın bu tarafından bakıp birbirine aşık olan insanların aptalca konularda birbirlerine kapris yapmalarını, aptalca konularda kavga etmelerini ve hatta birbirlerini değiştirmeye uğraşmaları bana saçma geliyor.
Asıl trajik olansa tek taraflı aşk sanırım. En tehlikeli yanı da karşınızda ki aşık olduğunuz kişinin bunu bilmesi ve aynı duyguları hissediyor gibi gözükse de hissetmemesi. Aşık, aşık olduğuna narin bir çiçek gibi davranır kırılmasını, üzülmesini istemez dayanamaz. Ama diğer taraftan karşılıksız aşk mağdurları evet mağdur onlar düşünün bir kere adam ya da kadın sevildiğini öğrendiğinde, hele bir de karşısında ki kişiyi onun kendisini sevdiği gibi sevmediğini bildiğinden tam bir bencillik abidesine dönüşür. Hani az önce saçma şeyler yüzünden kavga ederler demiştim ya işte bu durumda saçmalık ötesi olaylardan kavgalar çıkar. Ama siz sevmişsiniz ya o size ne yaparsa yapsın sesinizi çıkarmazsınız. Bir ayrılır bir barışırsınız. Her gelip gidişlerin de dünyanızı allak bullak eder. Ama size karşı sizin hissettiklerinizi hissetmediğinden bu onu hiç alakadar etmez.
Beni bu konuda asıl sinirlendiren durum ise aşık olan karşısında ki kişiyi haklıda olsa haksızda olsa bütün çektiklerini acıları unutarak aptal gibi affeder. Zaten karşı taraf bilir ben ne yaparsam beni affedecek diye kendi çıkarları doğrultusunda hareket eder ve bir gün sizden daha iyisini buldu mu tekmeyi basar gene size.
Aradan zaman geçer o kızdan ya da erkekten vazgeçti mi tekrar döner size ve aynı döngü tekrar başlar ta ki siz kendinize neler olduğunu onun neler yaptığını fark edene kadar ve kendiniz için doğru olanı bulana kadar.

4 Ekim 2010 Pazartesi

Peki SUÇLU kim di?

Yalnız başınıza bir sokakta yürüyorsunuz. Belki aceleniz var belki yok. Gece veya gündüz zamanın önemi yok. Birden bir el ağzınızın üzerine kapanıyor. Şimdide kollarınızı sarmak, çırpınmanıza engel olmak için boşta kalan diğer el ile vücudunuz sarılıyor. Sonra karga tulumba kuytu bir yere çekiliyorsunuz. İçinizde ki korku her saniye daha fazla büyüyor, her saniye canınız daha fazla yanıyor. Havaya tekmeler savuruyorsunuz. Sağa sola vurmaya ses çıkarmaya çalışıyorsunuz. Ama nafile arkanızda saklanan sizi saran o beden hareketlerinizi kısıtlıyor. Sonra sizi kimsenin görmeyeceği, sesinizi duymayacağı bir yere götürüyor. Yere düştüğünüz an asıl korku ile yüz yüze geliyorsunuz. Onun yüzünü görüyor, gözlerinde ki bakıştan aklından neler geçirdiğini anlıyorsunuz. Adamı şöyle bir tartıyor, etrafınıza bakıyor önce kaçmak için bir yol arıyorsunuz. Yok kaçmak için bir yol yok.
Adam üzerinize pervasızca abanınca bu seferde debelenmeye vurmaya çalışıyorsunuz hatta ona vurmak için sert bir şeyler arıyorsunuz.
Hakkı olmayarak bedeninize dokunuyor. Önce dudakları ile sizi öpmeye kalkıyor karşı çıkınca bu sefer yüzünüzün diğer yerlerini öpüyor. Ve o zaman anlıyorsunuz ki öpücüklerde kirlenirmiş. Boynunuza kaydırıyor dudaklarını sonra sizi bacaklarının arasında hapsederek bu sefer elleri ile üzerinizde bulunan gömleği parçalarcasına açıyor. Göğüslerinize iğrenç bir şekilde saldırırken siz hala karşı koymaya, debelenmeye, avazınız çıktığı kadar bağırmaya devam ediyorsunuz. Elleri göğüslerinizi elliyor o pis dudakları onları pisletiyor. Hızla elleri bacaklarınıza kayıyor. Eteğinizi yukarı kaldırırken o ilk defa yüzünü gördüğünüzde aklınızdan geçen gerçekle yüzleşiyorsunuz. İç çamaşırınızı bir hayvan gibi yırtarak çekip çıkarıyor. Kendi pantolonunu çıkarırken bir anlık fırsat deyip tekrar vurmaya başlıyorsunuz. O zaman birazdan yiyeceğiniz tokattan daha hafif keşke sadece bu şekilde vursa diyeceğiniz o tokatlar yüzünüze iniyor ve sona sizi biraz daha yaklaştırıyor. Bedeni üzerinize bütün kuvveti ile abanıyor. Onu içinizde hissederken sadece kesif keskin bir acı duyuyorsunuz. Sadece bedeniniz acımıyor ruhunuzda acımaya başlıyor. Fiziksel yaralar oluşuyor, ruhsal yaralar oluşuyor. Ve son sizi öylece orada yaralı halde bırakıp gidiyor.
Ülkemizde birçok kadın bu tür eziyete katlanıyor. Yasal bildirimler polis kayıtlarında mevcut ya ailelerin utançlarında dolayı bildirmedikleri vakalar.
Adı tecavüz olan, ama cezasını sadece suçlunun çekmediği, en büyük cezayı Mağdur’un çektiği. Tecavüzcü sadece bedeninize değil ruhunuza da tecavüz ediyor. Beş dakikalık bir memnuniyetinin bedeli olarak sizin hayatınızın kararmasına neden oluyor.
Neden mi yazıyorum bunları. Dün akşam yemekte otururken televizyon da son zamanların meşhur dizisi fatmagül’ün suçu ne yayınlanıyordu. Konuyu hepiniz biliyorsunuz malum ama beni bu dizide asıl sinirlendiren şey kıza tecavüz eden kişilerden ziyade ona sırtını dönenler önce ailesi, sonra sırtını dayadığı her şeyden çok sevdiği adam nişanlısı. Nişanlısının babası önce nişanlısına nasıl alacaksın onu, nasıl çocuk yapacaksın, nasıl başkasının teslim aldığı kıza karım diyeceksin dedi. Sonrada nişanlısının annesi fatmagül’e seni öldürdü artık olmaz artık yoksun dedi. Fatmagül yere yığıldı kaldı. Masa da otururken ağzımdan bir anda işte bu kadar seviyormuş nişanlın seni dedim. Herkes özellikle erkek kardeşim bana baktı.
Nasıl alacak ki dedi.
Seviyorsa alacak dedim
O zaman orayı terk etmesi lazım dedim.
Gerekirse yapacak dedim.
Ama sonra bu sözleri söylerken aileme baktım. Sonra televizyona, gerçek fatmagül’ler geldi aklıma. Mağdur Fatmagüller
Hem mağdur hem de toplumun gözünde suçlu ilan edilen Fatmagüller
Kendisine karşı işlenen suçun bedelini en çok ödeyen Fatmagüller
Onlar nelere katlanıyorlar diye düşündüm. Olması gereken ve olmaması gerekenleri sıraladım kafamda.
Olması gerekenler
Kızın bir suçunun olmadığının hem kendisine hem etrafında bulunanların inandırılması
Onun sadece bir mağdur olduğunun bunun bedelini onun ödememesi gerektiğinin altının çizilmesi gerektiği.
Sadece fiziksel hasarın değil ruhsal hasarın onarılması için tedavi görmesi gerektiği
Önce ailesinin, sonra sevgilisi ya da nişanlısının, sonrada etrafında bulunan diğer insanlarının destek vermesini gerektiğini
Ve olabilecek en hızlı şekilde kızın yaşamının normal haline geri döndürülmesinin sağlanması gerektiğini düşündüm.
Ama biz bu yolları izlemek yerine
Önce kızı suçlarız. Oysa tek suçu oradan yürüyerek geçmektir.
Sonra etraftakiler ne der diye kendi kendimize dövünmeye başlarız
Sonra hani o nu çok sevdiğini söyleyen sevdiği, kendisine vermediğini başkasına vermiş diye onu terk eder. Kızın mağdur olduğunu düşünmez bile
Sonra etraftaki ısım akraba konu komşu kızı dışlar. Kendi aralarında onun bir fahişe olduğunu artık kirlendiğini düşünür ona sırtını dönerler.
Ardından ailesi bu utanca katlanamaz ki bu utanç aslında ne kızın ne ailesinin utancıdır. O hayvanın utancıdır. Başka bir yere kimsenin onları tanımadığı bir yere taşınılır.
En önemlisi bunu yapan hayvan tanıdık biri ise polise bile bildirilmeden zorla kız onunla evlendirilir ve ailesine göre namusu temizlenirken aslında her gün o hayvanın ona tecavüz edebilmesi için gerekli izinde verilmiş olur.
Ve en hazin son hayatınız boyunca bir damga gibi bunu bedeniniz ve ruhunuzda taşırsınız. Her gün başınıza gelen bu olay yüzünüze vurulur. Her gün keşke ölseydi denir arkanızdan duyduğunuzu bilerek.
Maalesef yukarıda yazılanlar bize çok uzak gibi gözükse de bunlar her gün bir kızın ya da bir kadının başına gelen mağdur oldukları halde en büyük suçlu ilan edilip bunun bedelini her gün ödeyen birinin başına geleceklerin küçük bir kısmı.
Peki suçlu kim di?

3 Ekim 2010 Pazar

değişikli için kuaför, kuaför için değişiklik şartmı?

bir kadın hayatında bir şeyi değiştirmeye karar verirse buna ilk olarak saçlarından başlar. kuaföre gidilir saçlar kestirilir şekli değiştirilir yada boyatılır.
bende dün aynı şeyleri yaptım kestirdim ve boyattım saçlarımı ama benim yapma sebebim bir şeyleri değiştirmek miydi? belki bilinç altımda bu yatıyor bilmiyorum.
genelde saçları ile uğraşmayı sevmeyen biriyim, hatta bir yere gitmeyeceksem giyim ve makyaj ile bile uğraşmam. sabahları kalkar saçlarıma bir tarak vurur ve çıkarım evden,işte sırf bu yüzden bir değişiklik olsun dedim dün saçlarımı boyattım.
hayatımda bir şeyler değişirmi bilmem ama itiraf etmem gerekirse kendimi daha iyi ve güzel hissettim.

2 Ekim 2010 Cumartesi

nerdeydin diyeceksiniz.......buralardaydım
içimden yazmak gelmedi.......evet

soruların ardı arkası kesilmez biraz fazla ara verdim farkındayım ama yazmak gelmedi içimden
gelmeyince de elden ne gelir yazamazsınız

şimdi neden mi yazıyorum

bilmem

sanırım dinlediğim müziğe kaptırdım kendimi o yüzden yazmak en azından bir kaç kelime dökmek istedim

ha ne mi dinliyorum
the last airbender soundtrack'ının tamamını indirdim onu dinliyorum

kahretsin internetin olmasının en büyük yararlarından biri şu download olayı ve tabii sınırsız net paketlerinide unutmamak gerek

aslında şimdilerde kafayı bir animeye taktım. 32 yaşında ne animesi demeyin şunu bir bulabilsem türkçe altyazılı onuda indiricem ama daha bulamadım neyse bulursam yazarım

şimdilik bu kadar aslında geçen cumartesi uzun bir yazı yazmaya başlamıştım. bende yazıda bıraktığım yerde duruyoruz hala