Pages

31 Aralık 2010 Cuma

31.12.2010

Yılın son günü....
Kocaman bir yıl geride kaldı. Ben hala aynı nokta da sayıyorum. 2010 için dileklerim vardı. Yerine geldimi... gerçekçiyim zaten gelmesini beklemiyordum. 2011 içinde dileklerim var onlar konusunda da gerçekçiyim. Filiz derki pozitif enerji yayarsan isteklerini elde edebilirsin. Valla olmayacaklarını bildiğimden dünyada ki bütün enerjileri yaysam da benim için farketmeyecek.
Hayal kurma yaşımı çoktan geçtim, ama insan doğası işte sen geçsende ruhun vazgeçmiyor.
Yinede yeni bir yıl, yeni bir başlangıç...
Herkez için dileğim sağlık, mutluluk, bolbol sevgi ve bol bol bereket...
Kendim için dileğim de temel aynı şeyler ama ekstra olarak adam gibi bir adam bulup aşık olmak istiyorum.
Hey evren dileğimi umarım duyarsın.
Hepinize nice nice mutlu seneler.

30 Aralık 2010 Perşembe

Yaprak Dökümü Final

Bütün gazeteler baktım yazmış yazmış durmuş...
Yaprak Dökümünü
Dedim madem bende yazayım.
Öncelikle belirtmem gerekir ki ben o diziyi nerdeyse hiç izlemedim gibi birşey
Merakla beklediğim acaba ne olacak dediğim hiç bir bölümü yoktu.
Çoğunlukla sevgili anacım izler bende arada sırada bakar ama genelde kitap okur ya da müzik dinlerdim.
Ama dün son bölümü yupi artık şükür bitiyor edası ile izlemeye karar verdim.
İzledim de ilk defa da keyif aldım açık söyleyeyim.
Güzel bir final olmuş ellerine sağlık ama sanırım beni en çok etileyen Ferhunde'nin boş evde gelip eski bir fotoğrafa bakarak hüngür hüngür ağlaması oldu. Çünkü o hep acısıyla tatlısıyla kendisini bir aile'nin parçası hissettiği tek yerin onların yanı olduğunu söylerdi.
Her ne kadar son sahnesinde olayı batırsalar da ki malumunuz Tekin ailesi tren ile Trabzona gitti. Ama Trabzona tren seferi yok maalesef, genede güzel bir finaldi.
Ali Rıza bey'in o güllerin yanına gittiği ilk saniyelerde daha öleceğini biliyordum. Evde baya bir iddiasını bile yaptım sonunda da kazandım.
Gerçekten acısı ile, tatlısı ile, bize birşeyler katarak, bizden bir şeyler alarak sonunda bitti.
Emeği geçenlere teşekkürler.

Rubber Duck

Bakmayın öyle ne diye. Snow jagger kar botlarının türkiyede ki satıcısı...
Evet size geçen gün resmini gösterdiğim botlarımı dün gece aldım ve şu an ayağımdalar.
Kar yok diyeceksiniz ne diye giydin.
Valla içi tüylü tüylü zavallı ayacıklarım şu anda sıcacık, gelecek saatlerde ne olur bilmem.
Botları size anlatayım biraz alacak olanlara da fikir olsun.
Alt tabanı ve ayakkabının tabanının bir santim üstüne kadar tamamen kauçuk, su girmesin diye yapılmış, kauçuğun iç kısmından su geçirmez kumaş yukarı doğru çıkıyor. O kumaşın hemen üstüne kauçuğun bittiği yerden bir üç santim kadar süet bir şerit var. Onun üstündende yarım bot hizasına kadar kendi kumaşı var.
İçi annemin demesi beraber bakmıştık. Pofuduk pofuduk koyun yünü kaplı.
En güzel tarafı ise kapanması için cırtcırtı sistem olmasının yanı sıra bu sistemin ayakkabının arkasında olması. Benim gibi şişmanlar için bulunmaz nimet olan bir şekilde de ayarlanır olması.
Birazcık kaba bir görüntüleri var. Ama u botlara nazaran kesinlikle daha şık. Kaba maba sıcak tutsunda daha ne isterim.
Tabii her ne kadar su geçirmez olsa da gene de önlem almakta fayda var deyip daha önce işe yarayıp yaramadığını bilmesemde nano spreylerden de sıkmayı ihmal etmedim. Hem su geçirmesini hem de kirlenmesini önlüyor. Yalnız düzenli kullamım şart.
Botları net'ten bulduğum tek satış bayisi olan ( sanal mağazalar haricinde) Yeşil Kunduradan aldım. 199,90.-tl fiyatı ayrıca firmanın 1 lira verip indirim kartını alarak ta 20 tl'lik indirim kazandım.

29 Aralık 2010 Çarşamba

AZAP

Yasak.
Ölümsüz.
Uğruna Ölünecek Bir Aşk
AŞK ASLA ÖLMEZ BAĞIMLILIK YARATAN DÜŞÜŞ SERİSİNİN İKİNCİ ROMANI AZAP OKURLARINI MACERANIN DAHA DA DERİNLERİNE ÇEKİYOR
Cennetten kovulan bir melek olan erkek arkadaşı Daniel`dan ayrı kalan Luce için hayat cehennem azabından farksızdır. Birbirlerine kavuşmaları sonsuzluk kadar uzun sürmüştür ancak Daniel ona gitmek zorunda olduğunu söyler. Daniel Luce`u öldürmek isteyen ölümsüzleri - Sürgünleri - yakalayana dek geri dönmeyecektir. Luce`u Kalifornia`nın kayalık kıyı şeridindeki bir okula, sıra dışı yeteneklere sahip öğrencilerin, düşen meleklerin ve insanların çocukları olan Nefilimlerin bulunduğu Shoreline`a gizler. Shoreline`da Luce gölgelerin ne olduğunu ve onları önceki hayatlarına açılan bir pencere olarak nasıl kullanacağını öğrenir. Luce kendisini geliştirdikçe, Danielın ona her şeyi anlatmadığına dair şüphe duymaya başlar. Daniel ondan bir şeyler gizlemektedir Tehlikeli bir şeyler. Ya Daniel`ın çizdiği geçmiş tam olarak doğru değilse? Ya Luce`un başka biriyle birlikte olması gerekiyorsa?

Gelelim kendi yorumlarıma...
En başta belirteyim serinin sıkı bir takipçisiyim. Her ne kadar aslında bir teenager kitabı gibi lanse edilsede her yaş grubunun okumaktan zevk alacağı bir kitap bence.
Serinin ilk kitabı Düşüş (falen) ile ilgili düşüncelerimi yazma şansım olmamıştı. Bu sefer yazmak istedim.
Daniel muhteşem, güçlü, yakışıklı kadim meleklerden biri ama aşkı uğruna düşmüş bir melek...
Luce en büyük handikap onun kim olduğu yada ne olduğu bilinmiyor.
Danielin ve diğer meleklerin güçleri ortada ama Luce kendisini insan olarak bilsede garip güçleri var mesela ateş ilk öpüştüğü çocuğu yakarak öldürmüştü, sonra duyurucuları görebilmesi ve duyabilmesi, Azap'tan anladığım kadarı ile yıldız iğnesi ile ölebiliyor. Bizde oturup nedir diye tahmin yürütmeye çalışıyoruz.
İşin ilginç yanıda melekler ve şeytanlar onu korumak adına ölmeyi bile göze alacakları kadar önemli biri, dünyanın dengesi. kitapta'da böyle bir şey vardı. Dengeyi bozacak melek iyi yada kötü tarafı seçecek gibi bir şeyler yazıyordu. Luce bu meleğin Daniel olduğunu düşünüyordu. Ama bence o melek yada şeytan her neyse Luce..
Hikaye yi bilenler biliyor bilmeyenler de yukarıda yazılanlardan sonra öğrenmiştir. Kitabın en büyük özelliği bence bütün seri boyunca Luce'un kim olduğunu keşfetmesi ve Daniel'in onunla ilgili sırları. Tam diyorsunuz öğreniyoruz sırlar gün yüzüne çıkıyor Lauren Kate sizi allah bullak edip bırakıyor ortada
Şimi dört gözle serinin üçüncü kitabı Tutku'yu bekliyoruz da ne zaman çıkar allah bilir. Ve yazarımız bizim hangi sorularımızı yanıt verip bizi hangi konularda merak içinde bırakacak bakalım.

Yupii

Harbiden yupii deyip zıplayasım var yerimde...
Uzun zamandır kredi kartı borcum vardı. Küçük bir rakam ama bir türlü denkleyip kapatamıyordum.
Bu gün son ekstrem geldi.Çok şükür ki o borcu kapatmaya başladım. Sanırım gelecek ay tamamını bitiricem. Acayip sevinçliyim o yüzden.
Borcumu tamamen kapatmadan önce harcama yapmamak konusunda kendimi ikna etmiştim. Yapmıyorum da sadece gerekli olan şeyleri alıyorum. Bu iki ayıda bu şekilde geçirdikten sonra borcumu bitirip rahat edebileceğim.
Gerçi önümde zor bir dönem var ocak'ta bir arkadaşımın, şubat'ta birinin, mart'ta da kardeşimin doğum günü var geçen sene baya abartmıştım hediye konusunda ama bu sene abartmamaya karar verdim. Küçük ama güzel şeyler alıp borcumu harcımı bitiricem ve rahat edicem..

27 Aralık 2010 Pazartesi

Çöl Çiçeği

Bu aralar galiba bende havalar gibiyim. Bir açılıp bir kapanıyor ve yazmakta zorlanıyorum. Saçmalama dürtüm çok yüksek paylaşmak istediğim şeyler bu ara pek yok.

O zaman en son aldığım kitaptan bahsedeyim dedim. Aslında iki tane kitap aldım. İris Johansen' den Çöl Çiçeği ve Lauren Kate'ten Azap.
Azap'ı halen okumaktayım. O yüzden Çöl Çiçeğinden bahsetmek istiyorum. Ki onu dün 13'te okumaya başladım akşam 21'de bitirdim.

Beni arama. Hazır olduğumda döneceğim.Bunlar, Pandora Madchen’ın kaçarken ardında bıraktığı satırlardı.Hayat önüne bambaşka fırsatlar çıkarıp onu farklı yollara sürüklese de o, yıllar sonra çöle, Sedikhan’a, âşık olduğu adama dönmeye artık hazırdır. Şeyh Philip El Kabbar, gücü tüm dünyaya uzanan bir işadamı olmasına rağmen yıllar boyu Pandora’dan bir haber alamamıştır. Pandora dönmüştür çünkü artık oyunun kuralları değişmeli, aşk yepyeni bir boyut kazanmalıdır. Kazanmanın kaybetmek, kaybetmeninse sevmek olduğu bu oyunun sonunda aşk kazanmalıdır.New York Times çoksatarı yazarları Iris Johansen’dan, okunmaya değer bir aşk hikâyesi...Bir kadının kalpten hissettiği ve istediği sürece, imkânsızlıkların ortadan kalkacağını bir kez daha hatırlatan bir öykü,Karşı konulamaz, yakışıklı bir adam ve egzotik bir mekân…Size de bu aşka şahitlik etmelisiniz.“Hayatta bazen büyük oynamak gerektiğini size bu kitap öğretecek.”
Bu kitap bir serinin devamı İris Johansen okuyanlar bilir. Bende bu iki karakter arasında ki ilişkiyi yazarın ilk okuduğum kitabı olan Bir Yaz Gülüşü adlı kitabından bu yana merak ederek bekliyordum. Bir Yaz Gülüşü kitabında ikiside yan karakterlerdi ama gelecek vaad ediyorlardı. Daha sonra yazarın kendi sitesinden bu ikilinin ilişkisinin anlatıldığı bir kitap olduğunu öğrendim. İngilizcesi uzun zaman önce gelmesine rağmen maalesef türkçeleştirilmesi aylar sürdü. Ama açık konuşayım ne Bir Yaz Gülüşü nede Ufka Dokunmak adlı kitablarından aldığım lezzeti bu kitapta bulamadım. Oysaki bu ikili arasında baya ilginç, seksi ve güçlü bir şeylerin geçmesini umuyordum.
Anlatım fazla hızlıydı. Sonra Philip Bir Yaz Gülüşünde bile daha egzantrik anlatılırken burada sıradandı, entrika yok sadece sonucu en başından belli olan bir hedef ve bir oyun var. Açıkçası hayal kırıklığına uğradım. Kısa olmuş sevgili İlyada'da daha önce başka bir yayın evinin bastığı ama kendilerinin bu kitabın arkasından tekrar basacakları Ufka Dokunmak kitabının ilk bölümünü koyarak aslından 206 sayfa olan hikayeyi 244 sayfaya çıkarmış.
Çok büyük bir merak ile bekliyordum. Ama açık konuşayım beni cezbetmedi ve memnun etmedi maalesef.
Azap ile ilgili düşüncelerimi kitabı bitirir bitirmez yazacağım.

24 Aralık 2010 Cuma

Black Swan (Siyah Kuğ)


İmdb Puanı: 8.9/10Yapım:2010 ~ ABDTür:Dram, Gerilim, Gizem, PsikolojikYönetmen:Darren AronofskyKrzywonos, Melanie Torres, Shaun O'hagan, Tina SloanSenaryo:Darren Aronofsky, Mark Heyman, John MclaughlinYapımcı:Darren Aronofsky, Jon Avnet, Mike Medavoy, Scott Franklin, Brad Fischer, Brian Oliver, Arnold MesserGörüntü Yönetmeni:Matthew LibatiqueMüzik:Clint MansellSüre:1 saat 43 dkGösterim Tarihi: 25 Şubat 2011 (Türkiye) OyuncularNatalie Portman (Nina) , Mila Kunis (Lilly) , Winona Ryder (Beth) , Sebastian Stan , Vincent Cassel (Korolyevna) , Janet Montgomery (Madeline) , Barbara Hershey
Filmin Konusu & ÖzetiNina (Portman), New York’ta yaşayan çok yetenekli bir balerindir ve hayatında çoğu balerin için de olduğu gibi dansetmekten başka bir şey yoktur. Eski bir balerin olan ve bu konuda çok hırslı olan annesi Erica (Hershey) ile yaşamaktadır. Oyun yönetmeni Thomas Leroy (Cassel) KUĞU GÖLÜ’nün baş balerini Beth MacIntyre (Ryder) yeni sezonda değiştrimeye karar verir ve ilk tercihi de Nina’dır. Balenin saf ve zarif Beyaz Kuğu ile şehvetin temsilcisi Siyah Kuğuyu aynı anda canlandırabilecek birine ihtiyacı vardır. Fakat Nina’yı bekleyen bir yeni bir rakip vardır, ve o da Leroy’u etkilemeyi başarmıştır. Nina Beyaz Kuğu rolüne her ne kadar uysa da Lily de Siyah Kuğu’nun tam karşılığıdır. İki genç dansçı arasındaki rekabet garip bir arkadaşlığa dönüşürken Nina da kendi karanlık tarafıyla haşır neşir olmaya başlamıştır – onu mahvedebilecek türden bir kayıtsızlık
Daha bir kaç dakika önce izlediğim bu yapım kesinlikle muhteşem bir çalışma olmuş. Seks sahnesi ile gündeme gelmiş olmasına rağmen seğrederken Natalie Portman'ın usta oyunculuğu sayesinde kesinlikle seks sahnesi arka planda kalmış.
Natalie Portrman oynadığı karakter Nina ile müthiş bir performans ortaya koymuş, zaman zaman utangaç, zaman zaman çift kişilikli harika bir karakteri oynayarak beni müthiş etkiledi.
Kendisine bu mühtiş oyunculuğunun bir oscar getirmesini bekliyorum.
Ben izlerken müthiş keyif aldım.Umarım sizde aynı keyfi alırsınız.

Dizilerimi Özledim...

Malum Hristiyan alemi noel tatiline girdi. Aslında bu tatil normalde beni pek ilgilendirmiyor. Tatilleri onların olsun önemli değil.
Bu güne kadar bir konuda beni ilgilendiriyordu. Malzeme aldığım bazı firmalar yurtdışı ile çalıştığı için ve yurt dışı siparişleri aralık 15 e kadar göndermek zorunda olduklarından bizim siparişleri bekletirlerdi. Gerçi o veya bu şekilde malzemeleri alıyoruz o konuda sorun olmuyor neyse...
Bu sene durum biraz daha farklı bir boyuta ulaştı bildiğiniz gibi iş yerinde biraz bolca boş vaktim oluyor. Bu yüzden bu sene bir sürü yabancı diziyi netten izliyorum. Ama maalesef onlarda noel tatiline girdiler ve ben sıkıntıdan kudurmak üzereyim.
Meğerse o diziler ile baya bir vakit geçiriyormuşum.

21 Aralık 2010 Salı

Benim de bu gün Esenliğim tuttu. Arkadaşım Esen bloğunda böyle aldığı ettiği yada almak istediği giysilerin resimlerini koyar.


Bende bu gün ona uyacağım. Dün gece Forum İstanbul'da Yeşil Kunduranın mağazasındaydım. Yaklaşık iki ay kadar önce internet sitelerinde gördüğüm kar botunu en sonunda mağazalarında satışa sunmuşlar buna sevindim. Biraz pahalıcada olsa ay sonuna kalmadan alacağım.


İşte almak istediğim biraz kaba görünümlü ama sevimli kar botu.

Ben alana kadar eğer bu bottan alan varsa lütfen memnuniyetini yada memnuniyetsizliğini bana bildirsin.

17 Aralık 2010 Cuma

Engin Akyürek


Fatmagül'ün suçu ne dizisinin başrol oyuncusu olup kendisi Beren Saat ile beraber katıldıkları Türkiye'nin Yıldızları yarışması ile adını duyurdu. Yardımcı rollerde oynadığı filmlerin ardından önce benim deli dediğim Mustafa karakteri ile Bir Bulut Olsam dizisinde müthiş bir oyunculuk ortaya koydu.

Fatmagül'ün suçu ne dizisi için öyle bir değişim geçirdi ki hani görenin içi eridi. Bir adama bu kadarmı değişen bir saç kesimi farklı bir hava verir bu kadar mı yakışır gerçekten harika görünüyor. Önceki oynadığı karakterler göz önüne alınırsa süper bir şeye dönüştü.

Oyunculuk kısmına gelince bence dün akşam tam zirve yaptı. Dizinin yayınlanan 13 bölümünde Fatmagül'e olan duygularının ortaya çıktığı sahnelerde o kadar gerçekçi o kadar güzel bir oyunculuk sergilediki...

Fatmagül'e bakarken gözlerinin içinin güldüğünü gerçekten gördüm. Onun ile konuşurken gerçekten insanın sevdiğinin karşısında elinin ayağının birbirine karışmasını öyle güzel segilediki helal olsun dedim. Hele bir de sonunda Meryem ablası ile Fatmagül hakkında yaptığı konuşma yokmu hele bir de sonunda onu sevdiğini itiraf etmesi adam mühtiş oynamış, yüzünde o duyguları o kadar güzel yansıttı ki ben bile onun içinde ki heyecanı hissettim.

Türk sineması hep erkek jönler hakkında arayış içinde kaldı. Bence Engin Akyürek oyunculuğu ile adımlarını bu yöne doğru sıkı sıkı atıyor.

Şimdi Kerim karakterinin tecavüz maduru bir kıza olan aşkını o aşkın oluşmasını, gelişmesini, açıkçası tecavüz maduru bir kıza aşık olunabileceğini nasıl bir oyunculuk ile sergileyeceğini görmek için dört gözle bekliyorum.

16 Aralık 2010 Perşembe

Hayvanlar Aleminden; SİYAT

Atv'de yayınlanan Kış Masalı adlı bir dizi vardı. İzleyenler ya da Cemal Hünal hayranları bilir.
Cemal Hünal'ın o dizide bindiği siyah bir at vardı.


Siyat


Hollanda Friesian cinsi bir at. Atları çok seven biri olarak bir çok güzel at gördüm bu güne kadar ama ilk defa bu kadar muhteşem bir hayvan gördüm. Size Siyat'ın resmini bulamadım. Daha doğrusu bütün ihtişamını gösteren güzel bir resmini. Ama dizinin soundrack'ı olan Kızıl Gonca şarkısının klibinde bol bol onu görme şansınız var. Bursa'ya bir daha ki ziyaretimde mutlaka orada ki at çiftliklerini araştırıp Siyatı bulacağım ama şimdilik türdeşleri ile idare edin.

Friesian atları ;




Hani buzulların altında bile volkanlar olurya bu gün aynen öyleyim.
İçten sıcak sıcak gelen bir yalaz, ama dışarda üşüyen bir vücut.

14 Aralık 2010 Salı

Yanımda Oturan Densiz

Bu sabah ortimin işi çıktığı için maalesef buraya kadar minübüsle gelmek zorunda kaldım.
Salak adamın teki yanıma oturdu. Tamam ben şişmanım belirli bir alan kaplıyorum farkındayım da sen ne diye yayılıyorsun onu anlamadım.
Paşam'la omuz omuza geldik. O da yetmedi bacak bacağa geldik. Dur dedim ben bacağı çekeyim. Anam ben çektikçe o daha da yayılmaya başladı. Neyse içimden sayıyom ama, şimdi buna ne yapayım diye düşünüyorum. Yapacam rezil olacak, yapmayacağım deli olacam en sonunda biraz kıpırdandım birazda yan bakış attım bizim ki döndü başka tarafa..
Eh dedim bir zahmet. Devam etse en sonunda diyecektim biraz daha üzerime çıkarsan çocuğumuz olacak diye...
Sabah sabah taciz edilmiş hissediyorum kendimi sormayın gitsin.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Kar geldi...Sevene

Şuan Arnavutköy-G.o.paşa-İstanbuldayım
Az önce dışarıda lapa lapa kar yağmaya başladı. Doğanın en muhteşem şölenlerinden biri ile karşı karşıyayım. Çocuk gibi mutlu ve arsız hissediyorum kendimi.
İlk kartopu savaşımı yaptım bile....

Sanat mı? İdoloji mi?

Yazmasam içim rahat etmeyecek biliyorum. Akşamdan beri takığım çünkü.
Biliyorum arkadaşlarımda bu tip konulara daldığım için kızıyorlar bana genelde tartışma boyutları ağırlaşıyor çünkü, ama gene de içimi boşaltacağım.
Bilindiği üzere dün Ahmet Kaya’yı anma gecesi düzenlendi. Açık konuşayım adamı idolojik açıdan sevmem ama sevdiğim birkaç parçası vardır.
Şimdi nereden esti bu yazı diyeceksiniz. Akşam haberlerde barbar anma gecesinden bahsedildi, bakanlar hatta başbakan düzeyinde bir konuk listesi vardı ki sevgili başbakanımız son dakika da çıkan işleri yüzünden gelmedi. Neyse…
Baktım salona bundan 10 yıl önce Ahmet Kayanın karşısında duran ona sırtını dönen arkasından bar bar konuşan ne kadar adam varsa hepsi orada.
Kardeşim bu adam o zaman hain ilan edilmişti de madem sen bunu kabul etmiyordun. Neden çıkıp bar bar bağrındın. Şimdide gidip anma gecesine katılıyorsun. Gazetecilik, yazarlık, entelektüellik damarın mı tuttu anlamadım.
Diğer taraftan yapılan anma gecesi gelene gidene bakılırsa ki içinde Ahmet Kaya hayranı ne kadar adam vardı tartışılır sanki adamın sanatçı yanını değil idolojik yanını anmaya gelmişler.
Ki son dönemlerde yapılan haberlerde adamın neden suçlandığı neden ülkeyi terk ettiği göz ardı edildi. Kendini savunmak yerine kaçmayı seçmesini haklı kılan açıklamalar yapıldı. Peki Yılmaz Güneyin ve diğer yurt dışında kaçak olarak ölmek zorunda olanların suçu neydi.
Bir konuda Ahmet Kayayı hatalı buldum sanatçının idolojisi olamaz, idolojisi olanda sanatçı olamaz. Sanatçı evrensel olmak zorundadır. Tercihleri bizi ilgilendirmez. Ahmet Kaya’nın idolojisi sanatının önüne geçti. Dün oraya gidenler bir sanatçıyı anmaya değil idoloji anmaya gittiler. Hadi oradan diyeceksiniz. Bu gün görüntülere bir bakın gidenleri bir görün.
Ama asıl üzüldüğüm taraf bu güne kadar bir sanatkar, üstad ve değerli şahıs aramızdan ayrılmışken onları anmak için hiç çaba sarf etmememiz oldu. En basiti dün gece yanlış görmedi isem Moğollar orada idi. Barış Mançoyu anmak adına öldüğü günden bu yana hiç bakan katılımı olan bir anma töreni yapıldımı sormak isterdim onlara. Üstelik yanlış bilmiyorsam Barış Manço devlet sanatçısı ünvanı sahibi bir şahsiyetti.
Anma amaçları sanata ve sanatçıya saygı olsa eyvallah
Sadece sanatçı kısmını andılar mı evet andılar ama o kısımdan çok idolojisini andılar. Ve tabii ki en sonunda eşinin Leyla Zana’nın açıklamasını okuması bunun en büyük göstergesi oldu. Üstelik bu konuda suçladıkları, orada bulunan bakanların bizzat hizmet etmekle yükümlü olduğu Türk Devleti ve Türk Adaleti.

10 Aralık 2010 Cuma

100

100. yazım….
Özel olan her şeyin daha doğrusu akılda kalabilecek her şeyin işaretlenmesinden yanayım.
Burada da fan sitesinde de belirli şeyleri işaretliyorum.
Hani takvimde işaretlediğiniz doğum gününüz gibi.
Geriye dönüp baktığımda yazdıklarımı anımsamamı, yeni bir döneme girişimi işaret ediyor.
Haziran ayında açmışım bloğu onu da kurcalarken buldum.
Yüz yazı, yüz paylaşım yapmışım.
8 kayıtlı takipçim,
15 takip ettiğim blog var,
Ayrıca gizli gizli kayıtsız takip ettiğim en az iki blog daha var sormayın ne olduklarını,
800’e yakın ziyaretçi gözüküyor sayaçta ama en az 200’ü benimdir çünkü benim salak sayaç beni de ziyaretçi sanıyor. Ha bu arada 100 yazı yazmana rağmen neden bu kadar çok giriş yaptın derseniz. Bazen düzenlemelerin sonuçlarını görmek için ama ekseriyetle günde kaç kişi gelmiş ona bakmak için… merak ne yaparsınız.
Sayaca göre kayıtsız okuyucumda epey var ama kayıt olmalarını isterdim böylece onların bloglarını da okuyabilirdim.
4 yorumum var.
3 kere tema değiştirdim. Şimdiki oldukça sade ama sayfanın başında cafcaflı bir maske resmi olunca hoş oldu.
Bloğuma her şeyi en azından cesaretim olan her şeyi yazıyorum. Yazmadığım şeyleri sormayın itiraf bile edemem.
Kızgınlığımı, kırgınlığımı, yalnızlığımı, heyecanımı, sevincimi, mutluluğumu, aptallıklarımı, iyiliklerimi, kötülüklerimi, sakarlıklarımı, meraklarımı, özlemlerimi, sevdiklerimi, sevmediklerimi, arkadaşlarımı, arkadaş sandıklarımı, acısı tatlısı ile ailemi.
Farklı olsun bu sefer yazı, az önce bloga koyduğum yazıdaki gibi secret garden dinliyorum hala.
Üzerimde yeşil boğazlı bir kazak ve kot etek var. Saçlarımı iki ay önce boyatmıştım. Dip boyası zamanı geldi ama ben boya üzerine boya attırmam o yüzden renk neye dönerse dönsün kendi saçım olana kadar bekleyeceğim. Altın top küpelerim, boynumda kartanesi altın kolyem, saatim, baş ve işaret parmağımda yüzüklerim, bir de bilekliğim var takı olarak. Bu gün hava soğuk o yüzden ayaklarım birazcık üşüyor. Ofiste botlarım var ama giymeye üşeniyorum. Siyah deri ayakkabılar ve onlara uygun siyah bir çanta takıyorum. Çantanın içinde neler var bir anda düşündüm. Cüzdanım, güneş gözlüklerim, kalem, günlük yazmak için aldığım bir defter, içinde çeyiz dökümlerimin olduğu eski diskler ki açılacağına bile emin değilim, yelpazem, mendil, biraz bozuk para, twilight anahtarlığım, cep telefonum, mp3 çalarım bu arada hafızayı fulledim. En kısa sürede yenisini almam lazım ama biraz bekleyecek. Siyah ayakkabı ve siyah çantaya inat lacivert bir mont cebinde kış için vazgeçilmezim olan parmaksız eldivenlerim. Deri eldivenim evde. Dolabımda kazaklarımın, eşofmanlarımın, çamaşırlarımın, çoraplarımın, şemsiyemin, dvd ve müzik cd’lerimin bulunduğu ama en çok içinde kitaplarımın olduğu kocaman dolabımda. Kitap sayısı aklımda bile değil. Aslında dolap dememek lazım onu kütüphane olarak almıştım ama dolaba döndü. Gelecekte olacak, raflar kitap doldukça dolap boşaltmak. Eski bildiğiniz bir divanım var. Onun üzerinde yatıyorum. Altında ayakkabılarım var. Sporlar, deriler, botlar hepsi orada elimin altında. Küçücük bir oda bir yatak bir dolap başka bir şey yok. Duvarlar leylak boyalı, camlar, perdeler, dolap her yer beyaz. Marjinal bir dekor yapmak peşindeyim ama annem izin vermiyor. Aslında televizyonda koyacağım ama aile olarak kopuk kopuk olacağız diye düşünme aşamasındayım hala. Asılması gereken kıyafetler annemlerin yatak odasında. Pc ve laptop, dvd player hepsi kardeşlerimin odasında o yüzden gece kullanımıma kapalılar arada laptobu alıyorum. Kardeşlerimin odasına gelince duvarlarda kardeşimin üniversite diploması, üniversite arkadaşlarının hediye ettiği birkaç resim, bir de benim aldığım el yapımı alçı işi küçük resimler var. Ferrari arabalarının minikleri asılı, dokunulması, istenmesi kesinlikle yasak. Bilgisayarın yanında televizyon, yatak olarak iki çekyat annem orayı hem normal bir oda hem de onlara yatak odası olarak kullandırıyor. Kendi misafirleri geldiğinde otursunlar diye. Salonda televizyon, eski o büyük vitrinlerden bir tane bir de yemek masası var. Sonra kocaman koltuklar her akşam üzerine serilip film izlediğim ya da kitap okuduğum koltuklar.
Bu sefer bir ilki 100. yazımda yazmak istedim. Hem bloğumdan, hem üstümden başımdan, hem de evimden bahsetmek biraz karışık olsa da hoş oldu. Yarın öbür gün bütün bu bilgileri olurken baya eğleneceğim gibi gözüküyor

Kayıp Ruh

Konuşmak,
Sohbet etmek,
Birini dinlemek,
Öğrenmek,
Yorum yapmak,
Belirli bir konuyu tartışmak
Tüm bunlara hasret olduğumu farkettim.
İki kelimeyi bile bir araya getiremeyen insan topluluğunun arasında yalnız kaldım.
Yada ne zaman bir arada olsak sürekli aynı şeyi konuşmaktan sıkıldım. Konuşacak milyonlarca güzel şey varken kendimi duvarların arasında sıkışmış gibi hissediyorum.
Şu anda bu yağmur da bile kafamda ki milyonlarda düşünceyi, hayata olan bıkkınlığımı durdurmak amacı ile kaçıp gitme isteği uyanıyor içimde.
Secret Garden dinliyorum. İçimde kocaman bir ormana kaçıp saklanmak isteği uyandırıyor. Ya da engin denizlere dalmak, suyun içinde benliğimden arınmak istiyorum. Böylece insanlar ile tekrar bir araya geldiğimde onların anlattıklarından belki zevk alabileceğim. Belki farklı şeyler konuşup farklı şeyler hissedebileceğim.
İsterdim ki en azından bazı şeyleri benim gördüğüm gibi görsünler.
İsterdim ki boğazı seyrederek derin bir nefes almaktan benim kadar zevk alsınlar.
İsterdim ki sadece hayal kurmak için saray burnunu bir başından bir başına yürüsünler.
İsterdim ki topkapı sarayında, dolmabahçe sarayında taşlara, duvarlara, merdivenlere dokunurken tıpkı benim gibi benden önce kim dokundu diye düşünsünler.
İsterdim ki sadece küçük bir çocuğu bile izlemekten keyif alsınlar.
İsterdim ki sinemaya, tiyatroya yada bir sergiye beraber gidip saatlerce konu üzerinde tartışabilelim.
Ama maalesef sadece ben isterdim. Tüm bunları benim gibi isteyecek birini daha bulamadım.
İstemeyene de istetecek gücüm yok.
Yalnızım, kocaman bir şehirde tek başımayım farkındayım kaybedilmiş bir ruhum var. Bunca yıl sonra bile yerini bulamamış bir ruh.

Bir kadının karşı koyamayacağı tek sesleniş ANNE

Bu iki hece
Bir kadın için hayattaki en değerli kelime
Benim sadece anneme söylediğim ama belki bana söylenemeyecek bir hitap
Bana göre sadece sahibine ait olan sıfat
Sabah sabah bir konuşma geçti arkadaşım ile aramızda o yüzden bu gün bana göre anne kelimesinin kime söylenmesi gerektiği konusunda yazmak istedim.
Mevzu şu
Bir arkadaşımın 2 yaşında bir yeğeni var. Annesi ve babası ayrıldı. Çocuk babasının ailesi ile kalıyor ve babaannesine ya da genel kullanılan tabiri ile nenesine anne diyormuş.
Kendileri Karadenizli ee çocuğun anasını da istemediklerinden babaannesine anne dedirtiyorlar. Ya da çocuk etrafında herkes o şekilde hitap ettiği için sesleri taklit ediyor. Ama hiç kimse çocuğu düzeltmiyor..
İsyan ettim bir kadının hayatta taşımaktan en çok zevk aldığı, sadece ona hayatta en değer verdiği varlığın diyebileceği bir hitabı kendi annesi veya kayınvalidesi ile paylaşması bir anne olmasam bile benim de zoruma gitti.
Düşünün 9 ay onu karnınızda taşımışsınız ona can vermişsiniz. Sonra o iki heceyi söylemesi için aylarca beklemişsiniz. Sonuç bir başkasına da aynı şekilde seslenmesine müsaade edilen bir çocuk,
Ben bencilim kendi çocuğum olsa bir başkasına anne dese herhalde ölürüm diye düşünüyorum. Bir kadının hayatta paylaşamayacağı tek şeyi bir başkası ile paylaşmak zorunda bırakılması çok üzücü.
Tamam doğurmak sadece anne yapmaz
Büyütende annedir.
Ayrılıp gitmiş ee çocuk ne yapsın diyeceksiniz
Hatta bölgesel olarak bu tür hitaplar bizde de var diyebilirsiniz.
Amaaaaaaa
Bir çocuğun sadece bir tane annesi vardır. Ve sadece ona anne diyebilir. Ve bana göre annesi uzakta da olsa hiç görmese de hep onu arar. Hep ona seslenir.

9 Aralık 2010 Perşembe

Enya ile başlayıp, Mustafa Ceceli ile biten rüyalar aleminde Comparsita'nın eşlik ettiği TANGO

Dün gece saat 10’da yatağın yolunu tuttum.
Bir uyku çöktü ki sormayın gitsin.
Yatağa kafamı koyar koymaz uyuyacaktım hesapta.
Amaaaa
Uykum aydı. Aymakla da kalmadı sağa sola dönmekten helak oldum.
Oda yetmedi uyuz olmuş gibi kaşınmaya başladım. Ben çok fazla sıcaklayınca kaşınmaya başlarım bu yüzden yorganın üzerine serdiğim battaniyeye kaldırdım. Belki serinleyince uyurum dedim ama nafile gene uyuyamadım.
En sonunda son birkaç yıldır uyuyamadığım zamanlar adet haline getirdiğim müzik dinlemekte karar kıldım. Mp3’ümü çantamdan çıkardım. Kulaklıklarımı taktım kapadım gözlerimi.
Enya’nın parçaları ile başlayan serüven sabah 6:30,7 gibi Mustafa Ceceli ile bitti. Kah uyandım kah uyudum. Uyuduğumu da şuradan anlıyorum benim mp3 alfabetik kayıt yapıyor. E den başlamış m nin sonuna kadar gitmişim. Arada çalan şarkıları parça parça hatırlıyorum ama bazılarını da hiç hatırlamıyorum.
İki kere uyandım biri telefonumun çalma müziği olan jasmine sullıvan’un bust your windows parçasında ki bilinç altım sanırım bunu telefon çalıyor diye algıladı çünkü irkilerek kalktım. Hatta elimi telefona falan attım ama kulaklıktan ses geldiğini anlamam biraz zaman aldı.
İkincisi ise comparsita çalarken oldu. Rüya görüyordum. Ama nasıl bir rüyayı, fabrikada çalışan bir kızla başlatıp arkasından newyork’ta beş minare filmindeki Mahsun Kırmızıgül ile bağladım onu anlamadım. Beni asıl hayrete düşüren ise fabrika da çalışan kızımızın üzerinde hani şu salon dansında kullanılan çaf çaflı açık mavi payet bir elbise ile tango yapması idi. Birde uzun örgülü siyah saçları kalmış aklımda her figüründe sağa sola savrulan. Laf aramızda süperdi. Mahsun abimizde kendisini uzaktan kesiyor. İşin komik yanı da Mahsun’u ensesinden görmemdi. Üzerinde siyah bir takım elbise beyaz bir gömlek vardı. Saçları yakasına düşmüştü. Filmin galasında Mahsun’un üzerinde siyah bir takım vardı. Çok yakışmıştı. Oradan anımsadım herhalde. Sonra müziğin ve dansın bu rüyada işine diyerek uyandım. Sanırım müziğin kulaklıklarımdan geldiğini algıladım o ara.
Başka rüyalar gördüm mü hatırlamıyorum belki gördüm, belki görmedim ama aklımda bu kalmış.
Sonuç bütün gece uyur uyanık geçen saatler sonunda şimdi gözlerim acıyor, uykum var ve başım ağrıyor.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Kralın dönüşünden sonra benim dönüşüm

lord of the ring's yani nam'ı değer yüzüklerin efendisi serisine taktım şu ara.
üç gündür bütün bölümleri izledim.
netten tolkein hakkında bilgiler okudum.
hikayenin geçtiği orta dünyaya daldım.
karakterleri inceledim. ki kafama bir soru takıldı. bütün filmde ki erkek karakterlerimizin soylarının devamında ilk önce mutlaka bir oğulları oldu. kızları oldu ise bile tolkein erkek çocuklarını tek tek anlatırken kızları es geçmiş. hatta kahramanların kızlarından çok gelinlerini yazmış.
kullanılan silahları inceledim. sting (ki şarkıcı sting'in adı bu kılıçtan gelirmiş) ve anduril (batının alevi anlamına geliyormuş) pek beğendiğim iki kılıçtı.
sonra youtube alemine dalış yaptım ve filmin silinmiş sahnelerini ki salaklık etmişim bu güne kadar bakmamışım baktım.
peter jackson ne işçilik çıkarmış gördüm. adam nerede ise bir bölüm daha çıkaracak kadar sahne çekmiş ama malum belli bir süreyi geçememekten dolayı kesmiş te kesmiş....
bir kaçı aklıma geldi. faramir ile eowyn'nin ilk karşılaşmaları ve yakınlaşmaları var.
sonra faramir ile abisi boramir arasında babasının yarattığı kıskançlıklar var.
sonra aragorn'un annesinin mezarında geçen bir sahnesi var.
aragorn'nun sauron ile konuştuğu bir sahne var kısaca var da var.
izlemeyeniniz varsa mutlaka izlesin. ingilizce bende bilmiyorum. çoğu ingilizce ama izlemek bile yekifli.

Kıskandım...

Efendim insan kıskanılır mı? Kıskanılır.
Esen benim Ankara’dan tanıdığım ama henüz yüzünü görmediğim bir arkadaşım.
Dün bloğunu okudum ve okurken ona imrendim.
Bana göre benim fazlaca özlemini ve eksikliğini duyduğum bir hayatı yaşıyor
Kendisi, eşi, ailesi ve arkadaşları tiyatro, sinema ve merak ettikleri yerleri görmek konusunda sınır tanımıyorlar. Acayip sosyaller yani.
Ve ben henüz sadece ilk üç maddesini yazdığım ölmeden yapılacak şeyler listemde, ki o listenin gerçekleşme olasılığı an be an azalıyor ama Esen isteklerini yerine getirecek kadar azimli biri.
Hani o yapıyor da siz yapamıyorsunuz diye uyuz olunabilecek tiplerden.
Esen’nin yapmak istedikleri listesinde bulunan
Amerika gezisini yaptı. Bırakın beni size sık sık yazdığım İskoçya ve Japonya gezilerini yapmayı sınırdan bile çıkabileceğim inancımı her an kaybediyorum.
Esen çok sevdiği sahne sanatlarının mükemmel bir temsilcisi olan ki Esen sayesinde ben de dün göz gezdirdim sitelerine http://www.cirquedusoleil.com/en/home.aspx#/en/home/americas/usa.aspx grubunu izlemek için vegasa gitti. Ben Andrea Bocelli’yi İstanbul’da izlemeyi hayal bile edemem. Bu güne kadar Emma Shaplin kaç kere geldi. Kendisini dinlemeye bayılsam bile konserine gidemedim.
Esen düzenli olarak tiyatroya gider. Bendeniz gidecek bir arkadaş bulamadığımdan bir türlü gidemedim. En son çocukken gitmiştim galiba.
Esen sinemaya gider. Bende giderim evimin iki sokak altında o yüzden yalnız yapmayı becerdiğim işlerden biri. Net’ten biletimi alır seans saati yürüyerek gider filmi izler dönerim.
Esen resim sergilerine gider mi? Bilmem ama ben taksime çıktığımda ya da sokakta sergi gördüğümde mutlaka giderim.
Sonuçta keyif aldığımız basit beş maddenin sadece ikisini yapabiliyorum. En çok istediklerimi ise Esen yapabiliyor bu durumda kıskanmak doğru değil mi sizce?
Üstüne üstelik esen bunları eşi ve arkadaşları ile paylaşıyor ben arkadaşlarıma hadi tiyatroya gidelim desem, ya da klasik müzik konserine, ki bir seferinde zorla operada ki hayalet’in filmine götürmüştüm bir arkadaşımı filmin nerede ise yarısında uyudu hadi başka işimiz yok mu derler sonuçta sinema’ya bile gitmeyen kişilerin bu tür aktiviteleri olması da garip kaçardı.
blog'un temasını değiştirmeye karar verdim.
tabii şu anda biraz yoğunluktan yapamıyorum ama gün içinde mutlaka değiştireceğim.
ve dün bir süredir tanıdığım ama bu kadar çok ortak noktamız olduğunu bilmediğim bir arkadaştan ve onu neden kıskandığımdan bahsedeceğim.

7 Aralık 2010 Salı

HABER

evdeki iç savaş karşılıklı çıkarlar doğrultusunda ortak bir anlaşmaya varılarak son buldu.
aslında son bulduğuna şüpheliyim ya neyse sanırım ikiside baltaları şimdilik gömdüler.
eee madem gömecektinizde benim neden bir günümün içine ettiniz.
biliyorum bir çoğunuz bu nasıl kız ailesi hakkında böyle şeyler konuşuyor diyordur.
inanın bizim evde tartışmalar uzun zaman önce rutine bağlandı.
çünkü ben hayatım da bu kadar alıngan varlıklar görmedim.
ha o rutine alışmayan benim zavallı beynim bu arada.
garibim onların tartışmalarını, offlamalarını, puflamalarını çekmeye hala alışamadı.
eskiden kaçar saklanırdım, yada mp3 takar şarkı dinlerdim.
ama şimdi yapamıyorum geri geldiğimde yada kulaklıkları çıkardığımda hiddetle bir duvarmış gibi herşeyi önüme koyuyorlar bende çarpıyorum.

6 Aralık 2010 Pazartesi

İÇİMİ YAZARAK BOŞALTIYORUM

Keyifli bir şekilde başlayan hafta sonum gene bir facia ile noktalandı.
Diyen gerçekten doğru demiş star kaprisi falan boş en büyük kaprisler insanın yaşlanınca yaptıkları, eşini veya çocuklarını delirtme aşamasına geliyor.
Sevgili annecim ve babacımdan bahsediyorum. Sinirlerim gene tavan yaptı dün.
İncir çekirdeğini doldurmayacak bir saçmalıktan dolayı birbirlerine girdiler. Sonuç zaten uzun zaman önce ayrılan yataklarda yerler değiştirildi sadece.
Düşünüyorum da biz mi farkında değildik daha önce görmediklerimizi mi? şimdi görebiliyoruz ya da insan yaşlandıkça bu kadar mı huyu değişiyor. Annem de aşırı bir inatçılık boy göstermeye başladı hatta afiften bir kin tutma, babam da da acayip bir saygı takıntısı başladı.
Annem kendisine söylenen yapılan hiçbir şeyi unutmayıp eline geçirdiği ilk fırsatta ortaya atması sonucu gene dün ortalık karıştı sonra mevzuu döndü dolaştı asıl konuya geldi. Meğerse sevgili babacım kendisine yapılan bazı hareketleri saygısızlık olarak görüyormuş. Bende dayanamadım dün lafı soktum en sonunda sana yapılan küçük şeylerle mi dedim duyulan saygıyı ölçüyorsun. Bir sürü şey saydı. Peki dedim dedikleri yaparsak sana saygı duyduğumuzu mu düşüneceksin eğer bunu bu şekilde göstermemizi bekliyorsan çok yanılıyorsun dedim. O sadece bir kandırmacadır. Sadece kendini kandırırsın.
Başkalarının çocukları, karıları laf çevirmiyormuş onu, bunu yapmıyormuş. Hadi dedim bana inanmazsın çünkü sana göre benim arkadaşlarım o hal yaşıyor kardeşlerime bir sor bakalım dedim. Başkalarının çocukları karıları neler yapıyormuş.
Ben 32 yaşındayım, bir kardeşim 31 diğeri 25 yaşında babamın arkadaşlarını çocuklarının hepsi 20-25 yaşları arasında evlenirken biz hala bekarız ve dolayısı ile yetişkin olarak kendi kararlarımızı verme gibi bir durum ve kendi doğrularımız doğrultusunda verdiğimiz cevaplar var. 10 yaşında çocuklar değiliz artık en iyisini babamız bilir durumu söz konusu olamaz ama sevgili babacım hala bizi 10 yaşında görmeyi tercih ediyor ve hala ben ne dersem o diyor. Sonra da sorumluluk almıyoruz diye söylenmeye başlıyor.
Yok öyle bir şey eğer kendi doğrularımızı söylüyoruz diye saygısızsak, yanlış bildiği konusunda onu uyarmamız saygısızlıksa evet saygısızım.
Ama normaldir benim babam sorumluluk almayı evde iki düşmüş vida görüp onu sıkmak olarak algıladığından ortak bir nokta bulmamız çok zor.
Birde acayip bir kıskançlık var annemin gözünde biz ve o varız biz ne istersek yapan annem o istediğinde yapmıyormuş. Oysa onun dediğini önce yapacakmış. Sen dedim ne dediğinin farkında mı sın? ebeveyn olmadım henüz belki de hiç olmayacağım ama bilirim ki eşler arasında birbirlerinden önce çocuklar gelir nasıl dedim senin için eşinden önce çocukların gelirse önce can sonra canan durumu onun içinde senden önce çocukları gelir vay efendim olamazmış. Doğanın kanunumu değiştireceksin. Ama evet değiştirmeye uğraş veriyor. Ebeveynler arasında adem ile havva’dan beri gelen önce anne kuralı babam için geçerli değil ya sen zaten çocuğun olduğu gün 1-0 yenik oluyorsun. Sorarım size kaç tane çocuk annesini tercih etmez babasına karşı 100 de 5 belki o kadar bile yok. Ana gibi yar olmaz boşuna dememiş atalarımız.
Bunu bilmesine rağmen ve yaşı, sağlık durumu söz konusu olmasına rağmen anneme ve bize meydan okuyorsun dahası kaybedeceğin bir savaş uğruna, kaybetmeye mahkum olduğun bir savaş uğruna ve bizim senin yanında olabileceğimize bu kadar eminsin ama bizi gözünde hala 10 yaşında gören bir baba için bu normal ona göre bizim kafamız basmıyor ona göre doğru ya da yanlışı ayıramayız ona göre kendi kararlarımızı kendimiz veremeyiz.
Oysa kendini öyle bir açmaza sokmuş ki bizim büyüdüğümüzü, kendi düşüncelerimiz olabileceğini görmüyor. Acı olanı bizi tanımıyor tanımaya bile çalışmıyor. Saygıyı sevgiyi farklı şekilde ölçüyor. Gerçi onun da tüm bu kusurlarını sayarken farkındayım ki oda birinden örnek aldı. Babasından….
Ne demişler ne ekersen onu biçersin ama sevgili dedecim erken göçtüğünden onun yerine biz çekiyoruz ve dahası babam da yavaş yavaş kendi ektiğini biçmeye başladı bunun farkında değil.
Farkındayım bütün problem noktalarımın kesiştiği yol babamdan geçiyor. Ama sorarım size beş kişilik bir ailede dört aynı fikirde ise hatalı ve sorunlu kimdir?

2 Aralık 2010 Perşembe

farkettim ki arada buraya saçma sapan sözler yazıyorum.
hatta yazının başı ile sonu arasında bir bütünlük bile olmuyor.
haddinden fazla saçmaladığım tüm yazılar için
kusuruma bakmayın o gün yazma değil acilen paylaşmak
güdüsüne sahip oluyorum.