Pages

30 Kasım 2011 Çarşamba

ortaklaşa yapılmış bir hata çıkar ortaya, bazen iki bazen çok kişi tarafından yapılmıştır.
ama ihale her zaman son sorumluluğu alan kişinin üzerine kalır çünkü kontrol etmesi gereken uyarması gereken odur.
aslında kusru varmıdır. evet vardır kontrol etmesi gerekir ama kişi işini yaparken bir sonraki kontrol edecek diye ona güvenerekte iş yapmamalıdır.
benim başıma geldi böylesi ben kontrol ediyorum diye nasıl olsa kimse takmadı yapılan yapıldı ve sonunda patladı.
ardından ne mi oldu. ben yalvar yakar çözdüm işi. çözdümya suçuda kabul etmiş oldum. suç zamanında gelmeyen evrakları kontrol edemediğim için başıma kaldı. evrakların zamanında gelmemesinin suçu benim değildi. ama ben çabaladım ve hallettim o zaman kendi suçumu kabul etmiş ve kendi kıçımı kurtarmış oldum.
yaptığım çabalar sonucu işi yoluna koymama rağmen iki ay içerisinde yerine getirmem gereken bir sözüm vardı. ve bir ayı bitti. yarısını hallebilmem mümkün iken boşa gitti. sıfırdan bu ay tamamlamam gerekiyor nasıl becericem ne yapıcam hiç bir fikrim yok ama halletmek zorundayım.
ortada bir söz var, başkaları yardımcı olmasada ben sözümü yerine getirmek zorundayım.

26 Kasım 2011 Cumartesi

ben iflah olmam
kesinlikle olmam
geçen ay bayram seyran derken para harcama işini abarınca
bu ay çok yeni çıkan kitapları almayacağıma yemin etmiştim
ama kendimi tutamadım alışveriş merkezine gidince daldım gene kitapçıya
of yaaaaaaaa
neler mi aldım
teresa medeiros bazıları ateşli sever
monica mccarty kır zincirlerini
marsha canham guru

kendimi tutamadım gene daldım iskoçya özlemime, dağlarına, yeşiline....

24 Kasım 2011 Perşembe

yaptığımın delilik ile bir alakası varmı ?

hayatımın büyük bir kısmını üç haneli dededen kalma apartmanımızda geçirdim. küçük amcamın kızı doğana kadar o üç haneli evin 6 erkek çocuğuna rağmen tek kız çocuğuydum. çoğunlukla onların oyunlarına katılır. atlamalı zıplamalı içinde bol action olan oyunları oynardık. o zamanlar zengin değildik. şimdide değiliz ama o zamanki halimizden halliceyiz. şimdiki barbiler gibi bebekler almaya gücümüz yetmezdi. benim naylon bebeklerim vardı. zaten beni kardeşim ve kuzenlerimin yanında gören beni onlardan etek giymemden yada arada bebeklerimide oyuna katmamdan ayırırdı. tırmanmaktan, koşmaktan, atlamaktan sandalye, koltuk kırmışlığımız çoktur.
tüm bu zaman içerisinde bende normal kızların yaptığı gibi ki ben halen biraz anormal bulurum kendimi çünkü erkek gibiyimdir. süsten püsten aman aman haz etmem, vurdulu kırdılı filmleri severim. liste böyle uzar gider. misafircilik oynardım bebeklerimle, bebeklerime çay, kek ikram eder onları ağırlardım.
arkadaşlarım vardı ama kendime ait dünyayı sanırım tercih etmişim. sonra zaman geçti. bu sefer bebeklerle oynamak yerine hayal oyunları başladı. kendimi ya bir hikayenin ya bir filmin kahramanının yerine koyardım. oyunlarımda hep güzel kız olurdum.
beni bilirsiniz ben şişmanım, kumralım, ela gözlüyüm. ama benim kendi o küçüklük dünyamda ben kendimi o zaman yetişkin bir kadın yerine koyardım. muntazam vücud hatlarım, kızıl saçlarım, yeşil gözlerim olurdu. ve her zaman hikayenin kahramanı olurdum.
bazen sokakta oynayan çocukları gördüğümde onlara imreniyorum. keşke o hayal dünyasında kalıp dertsiz, tasasız, mutlu yaşayabilseydim diye...
ama hala hayal kuruyorum. film seğrederken ya da kitap okurken bir anda kendimi o mekanda, kahramanlardan biri olarak hayal ediyorum. hikayeler yazan bir arkadaş grubumuz var. hikayelerinde hep güçlü kadın ve erkek karakterler var. yetişkin hikayeleri
bazen farkına bile varmadan kendimi o kadının yerine koyduğum kaçak anlar olmuyor değil, hatta kendimden bir şeyler kattığım anlar. bazen erkeğin kollarında dans edenin kendim olduğunu düşünüyorum. yapılan dansın nasıl olması gerektiğini düşünüyorum. hangi hareketin nerede yapılması gerektiğini o ana hangi bakışın ve sözün uygun olacağını düşünüyorum. mekanı hayal ediyorum.
ben olsam diye başlayan cümleler hayaller ile tamamlanıyor.
bu yalnızlığın verdiği bir şey mi sonuçta eşim, erkek arkadaşım ya da sevgilim yok. yalnızım bu yüzden çok okuyup, izleyip hayal kuruyorum herhalde diyorum.
bazen özel bir mekana gittiğimde, yada el ele bir çift gördüğümde gene ben olsamlarım başlıyor. bazen ailemle istanbulu gezerken acaba yanımda erkek arkadaşım olsa ne yapardım diye düşünmüyorum bunu hayal ediyorum. ona nereleri gezdiririm diye düşünüyorum. ne yeriz, hangi filme gideriz diye...
durun.... bu satırları okurken kaçınızın delirdiğimi düşündüğünü tahmin etmek zor değil. delirmiyorum yaptığım şeyin farkındayım biliyorum.
ama belki asıl delilik yaptığını bilerek tekrarlamaktır.
bir gün o günün geleceği zor ama biri ile karşılaşırsam bunlardan vazgeçermiyim. hayal kurmatan vezgeçermiyim bilmiyorum.
şimdi sizde kendinizi düşünün belki benim yaşımda değil ama daha genç yaşlarda böyle hayalleriniz olmuştur.
sonuç ben deli isem benden başkalarıda deli olabilir.....

18 Kasım 2011 Cuma

Sağır Odalar

beni bileniniz bilir. bütün günün yorgunluğunu atmak adına ya kitap okurum ya televizyon izlerim. konu olarakta en büyük şartım içinde sıkı bir aşk olmasıdır. sevmem başka tarzları, arada vardır izlediklerim ya da okuduklarım ama ucunda köşesinde mutlaka aşk vardır.
babamla sık sık izlediğim diziler yüzünden kavga ederiz. konularının klişeliğinden tutunda hikayede olmayacakların oldurulmasına kadar, ona göre hayatta olmaz dediği şeylerin dizilerde olması nedeni ile çıkar tartışmalar. kimin eli kimin cebindeden.
daha önce bir kaç defa yazdığım çok sevdiğim bir dizi olan fatmagül'ün suçu ne dizisini dün gece izlerken dizinin genelinde yaşananların her gün gazetelerde en büyük dramların yazıldığı üçüncü sayfa haberlerinin konu edildiğini sadece görmek isteyenlerin bir bütünün içinden cımbızla çekip bir konuyu ortada irdelemeye çalıştıklarını bir kez daha gördüm.
sonra izlediğim dizileri düşündüm arka planda görünmeyen ya da aslında kocaman puntolarla yansıtılan ama bizim başımıza gelmediği sürece ya olurmu hiç öyle şey, ne kadar saçmalamışlar dediğimiz hikayeleri görmek istemeyiz.
hangi dizi bize yada bana neler anlatmış irdelemek istedim. madem ki fatmagül'den açtık konuyu oradan gidelim.
fatmagül'ün suçu ne; kadına yapılabilecek en büyük hayvanlığı tacevüzü gözümüzün önüne serdi. bizim başımıza gelmez ya, biz tecavüzden çok fatmagülü oynayan beren saat'in oyunculuğunu konuştuk. tecavüz edenin değilde tecavüze uğrayanın suçlu olduğu gözümüze sokuldu ilk bölümlerde bedeli madur ödedi. dışlandı, ayıplandı, orospu olmak ile bile suçlandı. sonra cezası bunlada bitmedi tecavüz olayını gerçekleştiren grubun içinden biri ile zorla evlendirildi. adını temizlemek adına tanımadığı ama yaşadığı vahşetin tanığı biri ile ve ne oldu. adı temizlendi ailesinin adı kurtuldu. kötü kadınlıktan çıktı. oysa sadece cezasının derecesi arttırıldı. güzel tarafı gerçek hayatta olurmu diye inanamayacağım bir şey oldu. o adama aşık oldu. vedat türkali bu hikayeyi yazarken gerçek kahramanları varmıydı bilmiyorum ama ben bu diziyi izlerken bütün o suçun üzerine fatmagülün hayatını tekrar düzene koyduğunu görmek adına izliyorum. sevebildiğini yoluna devam edebildiğini görmek adına. umut etmek adına. birilerinin tıpkı onun yaptığı gibi hayatına devam edebileceğini inanmak adına.
3.sayfanın yüzümüze vurulması adına, başımıza gelebileceğini kabul etmek adına izliyorum.

bir çocuk sevdim; zengin oğlan, fakir kız hikayesi malumunuz çocuğun ailesi kızı istemez kızda hamiledir. klişedir ama gerçekliğide ortadadır. 3 sayfaya haber olmazlar belki ama kulaktan kulağa fısıldanır hikayeleri
boynu bükük bırakılmış hamile kızın ailesi rezil rüsfa olur. oysa kızın tek suçu sevmektir. suçludur. bedeli ödetilmelidir. aşağılanır, hor görülür, orospulukla suçlanır ta ki biri elini uzatana ona sahip çıkana kadar gene aklanır ak pak tertemiz olur. sevmediği bir adamla evlendirilir adı kurtulur. bedel ruhu ölür, gençlik hayalleri, umutları her şeyi oysa tek suçu sevmektir. sevmek onu cesur kılar yaptığı hata değildir çünkü sevmiştir.ama gelenek ve görenekler, aile ve çevre baskısı kocaman bir duvardır önünde, sonra evlendiği adam sever onu ve oda sevmeyi ve güvenmeyi öğrenir. peki ya birbirlerini sevmezlerse yalanlarla örülü duvarları yaşanmışlığı kabul etmezse sevdiği için bütün hayatı boyunca bedel ödemeye mahkumdur. evlendiği adamla ilgili kısımları yazarken sadece tahmin yürüttüm. çünkü daha çok yeni dizi ama bu dizi bana aileniz arkanızda olsa bile mecbur edildiğiniz bir yaşamın içinden sıyrılıp güçlü olmayı anlatıyor. mine'nin yaptığı doğrumuydu değilmiydi tartışmasını açıyor. bencillik mi etti yoksa haklımıydı eylemin de, biz buna cesaret edermiydik. ama gene hayatın yaşınmışlığını bizim başımıza asla gelmediği için inanamayacağımız bir gerçeği sunuyor oysa tam bu şekilde olmasa bile bu olayı yaşayan kimi mutlu sonlar bitmiş kimi hüsran olmuş bir sürü hikaye kahramanı var. gerçek belki bir parça çarpıtılıyor ama hep orada başkalarının yaşanmışlıklarında.

lale devri ; iki ayrı hikayesi var bana göre önce kötü olanla başlayalım. aşık olacağınız kişiyi seçemezsiniz, kaderinde bir çok kadının yada adamın başına gelmiş hatta gelebilecek bir olay vardır. bu dizidede aynısı oldu. yeşim ablasının kocasına aşık oldu. imkansız değil imkansız bunun için geçerli olamaz. ama bir gerçek var ki verdiği savaş doğruları yalnışı ile gerçek. kardeş iki kadına aşık olan bir adamda cabası ama gene etik kurallar dahilinde gelen ayrılık ve yıkım. ardından doğan muhteşem bir başka aşk. çınar şıpsevdimi değil ama düştüğü boşluktan onu kurtaran her kadına aşık. şimdi ölen karısında bir kızı, karısının kız kardeşinden bir oğlu var. ve aşık olduğu bir karısı. 3. sayfa haberi bu hikayede ancak bir cinayet ile çıkar ama bütün bunlar yaşanmışlıktır. her an olabilecek şeyler. yüzümüze magazin sayfalarında vurubilecek gerçekler hiç olmadımı şimdiye kadar oldu. aynı adamı seven iki kardeş olmadı mı oldu. mesela neşe, gülden karaböcek aynı adamı seven iki kardeş....
yargıladığımız bu diziler aslında hayatımızın bir parçası senin benim bir başkasının başına her gün gelebilecek şeyler. günahlar, sevinçler, hüzünler, imkansızlıklar ama illede kenarından köşesinden tutulan gerçekler.
olmazlar yok olanlar var bu hikayelerde. abartılar söz konusumu kısmen, olmazlar söz konusumu bakış açısına bağlı, ve daha gözümüzün önüne serilmeyen bir sürü yaşanmışlıklar var.
televizyonda gördüğünüz o diziler hem size vakit geçirtmek, hem ilginizi bir noktaya yönlendirerek gelir elde etmek amaçlı olduğu kadar kendi naçizane fikrime göre hayatın gerçeklerinin, ödenen bedellerin yüzümüze vurulmasıdır.
sadece aşkı meşki göstermek değil yaşanmışlıkları izlemektir.
sağır odalar bu yazıya başlarken aklıma gelen bir başlıktı. çünkü biz sağır ve sığ bir dünyada sadece kapatıldığımız odada izlediğimiz televizyonda işin eğlencesini görerek yaşayan bir toplumuz gerçekleri olmazları görmeyen bir toplum...

17 Kasım 2011 Perşembe

gene bunalımlardayım.

gene içimde garip bir durum var.

kendimi kapadığım yalnızlığımdan memnunmuyum? evet

yada kendimi kandırmaya çalışıyorum.

çevreme ayak uydurmakta zorlanıyorum

eski dostlarımı özledim saatlerce konuştuğum arkadaşlarımı hayatımın geçmiştede olsa bir parçası olan insanları hatta size bu satırları yazarken aklıma eski canlarımdan hala benim için can olan bir insanı arayıp geldim iki dakikada.

özlemişim uzun zaman oldu. az önce olan saçmalıktan sonra onunla konuşmak çok iyi geldi. uzun zamandır görüşmüyorduk ama biliyorum ki o hep orada gerekirse ben onun o benim yanımda onun nikah şahidi zaman zaman hayatının en önemli anlarının en büyük tanığıyım.

uzun zamandır görmediğim o kadar çok dostum var ki arayıp ulaşmam gereken bazen böyle anlarda onları büyük bir coşku ile arıyorum sonra ya ben onları düşünüyorum onlar beni düşünmüyorlar diye kızıyorum vazgeçiyorum.

aslında kızmak yada vazgeçmek yalnış, arayacaksın dostunu arkadaşını en azından öyle bildiklerini yanında tutmak için her şeyi yapacaksın

ben bugün başladım önce eski arkadaşımı cepten aradım, sonra face'de uzun zamandır aradığım ama bir türlü bulamadığım arkadaşımı ikinci adı ile arayınca bulmayı becerdim. şimdi sırada üçüncü var. onuda pazar günü bulmayı planlıyorum. beyoğluna gideceğim kendi arabamız ile gidersem onuda kasımpaşa tarafına inip bulucam.

neden mi koptuk. telefon numaraları, adresler değişti. iş güç derken gittik koptuk .

geri kazanım çabası içindeyim. çünkü farkettim ki bir kaç arkadaşımın haricinde nerede ise bütün arkadaşlıklarım fos, lafta kalan şeyler.

oysa önceden öylemiydi. arkadaşım dostum dediğim insanlar gerçekten candı, ciğerdi. yediğimi içtiğimiz ayrı gitmez cinstendi. yaşanmışlıklar, yaşananlar birdi. maceralar, üzüntüler, sevinçler heyşey paylaşılırdı. şimdi keyfi yok dostluğun arkadaşlığın.

şimdi yalancı baharı yaşıyorum, genellemeyeyim çünkü gerçek dostlarımda var. ama canım acıyor, çünkü bir zamanlar dost bildiklerim sadece yalancı baharmış.

12 Kasım 2011 Cumartesi

AYŞEGÜL

ayşegül ne mi?
ilk okulda okuduğum zamanlarda satılan bir hikaye kitabının kahramanı.
20-25 tane küçük kitaptan oluşan bir seri.
çok güze bir hikaye olmasının yanı sıra çok güzelde resimlere sahipti.
ayşegül o kadar güzel bir kızdı ki. hayran olmamak elde değildi.
kitapları o zaman o kadar çok istemiştim ki almayı ama bilen bilir incecik olmasına rağmen çok pahalıydırlar.
bizimde o zamanlar gücümüz yetmiyordu almak için.
şimdi hala varmı bilmiyorum benim yaş grubumda olanlar eminim hatırlayacaklardır.
hatta belki halen sağda solda zamanında saklamış olan bile vardır.
şimdi öyle kitaplar yok, şimdi kitap kahramanları değil çizgifilm kahramanlarının hikayeleri var.
elinde olan halen saklayan varsa çocuklarına mutlaka versin eminim onlarda çok sevecektir.
özellikle kızlar bayılacaktır.

10 Kasım 2011 Perşembe

seni hep kitaplardan okudum.
hep resimlerinde gördüm.
o üniformanın içinde ister karın üstünde yatarken, ister çanakkalede o meşhur etrafı işaret ettiğin pozunla bile güzeldin.
anıtkabire ilk ayak bastığım o gün sana ait olanları, senin olanları görünce hüzünlendim.
tüm o koridorları dolaşırken seni ne kadar tanıdığımı düşündüm.
ben sadece okudum seni, okurken sevdim.
portrelerinin olduğu o salona girdiğimde aklımda tek bir düşünce vardı. ne kadar yakışıklıymış, ne canlar yakmıştır dedim.
resimlerdeki mavi gözlerine tutuldum. tuvalde bile bu kadar yakışıklı gözükmene vuruldum.
dokunsam acaba canlımı dedim. o kadar canlıydın ki....
sonra mezarını gördüm gerçek yüzüme vuruldu. yoktun, aptalca kelimeler ile içimizdesin demek doğru değildi çünkü içimde kocaman bir boşluk vardı senin için.
gerçek mezarın bana bir anlam ifade etmedi. sadece gerçeği çarptı yüzüme. onu çok fazla görmeye alışık değilim ama ana salondaki katafalkı görünce sen içinde olmasanda o seni bana daha fazla ifade ediyordu.
koca salonda adım adım sana yaklaşmak, sana dokunmak istedim. dizlerimin üstüne çöküp ağlamamak için zor tuttum kendimi. ailem anlamasın diye onların arkasından gittim. gözlerimdeki acıyı, sensizliği görmesinler istedim.
ben seni okurken sen benim kahramanım oldun. ben seni okurken sana aşık oldum.
şimdi kim ne derse desin senin için atam en azından kendi adıma bir söz verebilirim. benim kalbimde seni asla öldüremeyecekler.

9 Kasım 2011 Çarşamba

berbat bir dört gün geçiriyorum.
kendine zaman ayırmak deyimi bu dört gün için sadece evde pineklemek anlamına geldi benim için...
bayramın ilk günü malum kurban falan filan ile gitti.
ikinci günü sıkıntıdan gelen giden ile, üçüncü günüde aynı
ve babamın madik atması sonucu bu dördüncü günüde felaket derecede sıkıcı geçiyor.
bir yere çıkamıyorum. çünkü gideceğim yakın bir nokta olmadığı için gidiş gelişimi ayarlama şansım olmayacak.
sırf nerde kaldın safsatalarını dinlememek adınada bir yere gidemedim. karman çorman geçti ve evde olmaktan hiç zevk almadım ne diyim.

3 Kasım 2011 Perşembe

bu ülkeden kadının adı var sadece.........

son iki gündür gazetelerde NÇ'nin daha 13 yaşında iken 26 kişinin tecavüzüne uğradıktan sonra mahkemenin verdiği aptal kararı yargıtayın onaylaması'nın yankıları sürüyor...
ve bu olay bize bu ülkede sadece kadının adı var cümlesini hatırlatıyor. çünkü kadının başka hiç bir şeyi yok bu ülkede.
kadının her hangi bir eşyadan hiç bir farkı yok ki o hakimler kızcağıza yapılanı haklı buldular. 26 kişinin tecavüzünü, yaşanan travmayı hesaplayamayacak kadar yozlaşmış bir adaleti temsil ettiler. doktor raporlarını, tecavüzden sonra nç'nin sadece basit bir eylem olan oturma eylemini yapabilmesi için 4'ten fazla ameliyat geçirdiğini yok saydılar.
nç'nin insan olduğunu yok saydılar.
onunda hayalleri, umutları vardı. kendini bilmezler tarafından kirletildi, aşağılandı.insan, vücudunun aldığı darbe ve ruhsal eziyetten sonra, en önemliside bu eylemler ardı arkası devam ediyorsa takati kalıp karşı koyabilir mi? mümkün değil...
eylem yapılırken bir süre sonra hangi sıralama ile olur bilmiyorum ama, bedeniniz ve ruhunuz ölür ve siz eylem gerçekleştikten sonrasını bırakın eylem gerçekleşirken bile karşı koyamayacak hale gelirsiniz. sonuç olarak'ta tıpkı birilerinin nç için verdiği karar gibi sırf karşı koyamadığınızdan isteyerek beraber olmuştur diye bir karar verir.
bu kararı verenler acaba kendileri ne kadar dayanırlardı bu işkenceye, pisliğe onlarda vazgeçtikleri zaman bu eylem kendi isteği ilemi yapılmış olurdu çok merak ediyorum.